SUÇA BULAŞMA, SUÇA ELVERİŞLİLİK, ETKİ-TEPKİ YAPTIRIMINDA OLAN BİR FİLM: KORO

Yazar: Ayşenur Gür

Editör: Rabia Öztürk

Bir film sıkışmış olgular çerçevesinde bize ne anlatabilir? Bu soruya cevap niteliğinde bir film aslında Koro. Kaderine terk edilmiş küçük avuçların, sihirli bir değnek tarafından yeniden umut aşılarına değmiş çocukların hikâyesi… Aslında bir nevi küçük yaşlarda suça bulaşma eğilimini gösteren bu çocuklar hepimizin hayatından teğet geçmiş insanların öyküsüyle yakın bir markaj. Çünkü aile sevgisini, aile sıcaklığını hissedememiş, duygu durum bozukluğu yaşamış, içinde sevgiyi de saygıyı da bir canavara teslim etmiş avuçların, umutsuzluk çemberine kapılması aşikâr. Hele de başlarında katı ve acımasız bir müdür varsa. Tıpkı ceza hukukunda etki tepki yaptırımını karşımıza çıkaran bu müdür; çocukların hiçbir yaptığının cezasız kalmamasını, bu küçük bedenlerin hücreyle tanışmasını bize filmde gösterdi. Ta ki çok zeki olmayan ama dünkü çocuk da olmayan, eğitimci Mümessil gelene kadar.

Toplumsal olarak kötüyü iyileştirmektense cezasız kalmamasını yeğliyoruz. Kötü veya suçlu… İnsan psikolojisinin; bir sıfat yapıştırmak ve toplumsal ötekileştirme yapmak suretiyle mantık maskesi altında kırılganlık olduğunu dikkate almadan alaşağı edildiğini görüyoruz. Suça meyilli, sıkışmış bir ruhun kavramlarının karşısında direnmeyi yeğledi filmdeki mümessil. İnkâr edilen, sevilmeyen, hep yargılanan bu çocuklara sihirli değneğini aşılayarak aslında biz izleyicilere bir tokat niteliğinde esaslı bir cevap verdi. Toplum tarafından dışlanmış ve itilmiş bir insan uzun süreli nöbet değişimine meyillik halinde ısrarla suça bulaşmayı zihninde bir parazit gibi taşır.  Toplumun bu insandan iyi bir birey olarak büyümesini beklemek bir nevi intihar biçimi değil midir? Bir çocuğun uzun süre mazlum rolünde kalması onun masumiyetini yitirmesine sebep olur. Filmde de görüyoruz ki bu çocuklar içine çekildiği girdapta feragat ediyor ve dış dünyayla bir nevi aslında kendilerini soyutluyorlar. Erken yaşlarda suç işlemeye başlamak aynı oranda daha uzun bir suç kariyerinin devamını ve çoklu suçlar işlemeyi beraberinde getiriyor.

Suç işlemeye başlamada ve anti sosyal davranışlarda belirgin bir devamlılık, çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe kadar görülür. Tüm suçların büyük bir bölümünü nüfusun küçük bir kısmı işler. İnançsızlık ve umutsuzluk zihinlerindeki bütün cümleleri bastırıyor, sulandırıyor, tatlılaştırıyor ve bu çocuklar kendilerinin efendileri olmayı yeğliyorlar. İçsellik karmaşasında, kendilerine iyi bir adım atıldığında dahi savunma içgüdüsü ve yok etme arzusu hâkim oluyor. Bu, bir çocuk için ruhuna yerleşmiş münzevi gibi yaşama hastalığı değil midir? Kişisel çekingenliği sebebiyle annesine bile sevgisini gösteremeyen bir çocuğun yeteneklerini de boşa harcaması ve suça eğilim göstermesi şaşırtıcı olmasa gerek. Mümessil onlara dokunmayı başarabilmiş, yaşamda duydukları hiçlik izlerinden bir yol inşa etmiş, içlerinde bulunan yetenek ve aitlik duygusunu öç almak için kullanmalarını engellemiş ve olumlu anlamda kendilerine tekrar kazandırarak bizlere de bu yolu sunmuştur. Mümessilin zaferi hiç şüphesiz cüretkâr bir tavrın sonucudur. Bunun tam tersine, gerçeği yok etmeyi tercih eden müdür hayatlarımızda var olan bir profil aslında.  Çünkü  etki-tepki yaptırımında iyi bir sonuç alacağını düşünen toplum ve hukuk sadece yeni suçlara, yeni suç kavramlarına ortam hazırlamış olur. [1]

Suç işlemeye eğilimli gençlerin birçoğu talihsiz sosyal çevrelerden gelirler ve toplumda bir statü kazanmak için ulaşamayacaklarını düşündükleri saygın orta sınıf yaşantısını reddeden değerleri benimserler. Bu değerlerin hâkim olduğu suçlu alt kültürler alt sınıfta bulunan çocukların karşılayabileceği kriterleri yaratmak için bir “tepki oluşumu” geliştirirler. Bireyin suç işlemeye eğilimli olan dürtülerine odaklanan önceki sosyal kontrol kuramlarına nazaran, insanların neden suçlu davranışlar sergilemediğini ve insanların kurallara uymasını ve bağlılığını neyin açıkladığını keşfetmek, yaptırımdan önce güven ve inanç hissini bireye aşılamak, yaşamsal faktörleri uygun bir standarda getirmek; önleyici ve tedavi edici bir faktör olarak suçu önleme, suça bulaşma ve suçlulukla mücadelede işe yarar bir sonuç verebilir. Bu aslında bizi suç ve ceza kriminolojisi başlığı adı altında suç profilaksisine götürüyor. Değişiklik yapma, suç ve suçluluk üzerine yapılan çalışmalar arasında bilim camiasında en fazla ilgiyi almıştır. Değişiklik yapma gibi eş değerli adaptasyon yöntemleriyle sonuç veren olguların yapısal durumunu anlamak önemlidir. Çatlakların arasından sızan bir yol, bir ışık bulmak istiyorsak cesaretle bu kavramların niteliğinde gerekli çalışmayı yapmamız gerekiyor.

Bir insanı kurtarabilecek her şekilde kurtarmak, iyiliğin ne denli kutsal bir amaç olduğunu hatırlatıyor. Suçluya ve potansiyel suçluya tabiri caizse hangi muameleyi gösterirsek o muameleyi görüyoruz.

Burada cezaevlerindeki yaptırımlara da değinmek gerekiyor aslında. Sadece cezaevi değil okul, yurt ve ev de bu kapsama giriyor lakin bariz bir şekilde cezaevlerindeki yaptırımlar tam da bu sözümüze uygun biçimde. Kötü muamele; işkence; sevgi, saygı, değer görememe ve cezaevi psikolojisi cezaevindeki suç üniversitelerine zemin hazırlıyor. Kişi bunların etkisiyle de daha da yalnızlaşıp içe dönük, öfkeli, saldırgan hale geliyor ve kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi suça teslim oluyor. İlk defa suç işleyen bir kişi, tüm kişiliği ve sosyal yaşamı bakımından olumsuz olarak değerlendiriliyor, yani damgalanıyor ve buna tepki olarak da tekrar suç işliyor.  

Diğer bir ifadeyle, ilk mahkûmiyet suçluyu lekelemekte ve bu durum onun sosyal statüsüne, mesleğine, ailesine ve esaslı olarak da topluma etki etmektedir. Bunun suçlunun kişiliği üzerinde de önemli etkileri olmaktadır. Ayrıca toplumdaki hâkim sınıf, bu lekelemeyi kendi pozisyonunu sağlamlaştırmakta işine gelen bir araç olarak da kullanmaktadır. Bunun sonucu olarak da toplumdaki güçlüler tarafından suçlu olarak damgalanan kişiler daima yeni suçlar işleyeceklerdir. Böylece bu teoriye göre suçluluk, ceza hukuku normlarını ihlal gerçeğinden tamamen bağımsız olarak, suçlu sıfatının isnadının yani damgalamanın içinde bulunmaktadır. Damgalama teorisi, kişinin damgalama süreci sonunda kendini kavramlaştırmasını ortaya çıkarıyor. [2]

Buna göre, sapıcı bir davranışı damgalamak, damgalanan kişinin kendisi hakkındaki kavramlaştırmasını etkileyerek onu “ikinci sapmaya” yönlendirir. Kanunu ihlal eden ve polisçe yakalanıp savcılığa sevk edilen kişilerin kendileri hakkındaki düşünceleri değişebilir ve bu insanlar kendilerini suçlu olarak görmeye başlayabilirler. Suça eğilimli alt kültürler, suça teşvik edilmiş hayatlar… İşte bu film tüm bunları içinde barındırarak, bizlere vermek istediği mesajlarla güzel bir örnek teşkil ediyor.


[1]https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/177250/mod_resource/content/1/sosyolojik%20teoriler%201512.docx  (son erişim.29.12.2020)

[2] https://www.kriminoloji.com/Sucun_Nedenleri_Sosyolojik_ve_Sosyopskolojik_Nedenler-Timur_Demirbas.html (son erişim: 29.12.2020)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir