Kahveci Avukatlık Bürosu’nun Kurucusu Sayın Vehbi KAHVECİ İle Röportaj

Röportaj Ekibi: Nazlı HACIOSMANOĞLU, Ezgi AYHAN, Baran YÜNCÜ
Editör: İlayda ÇELİK

Kahveci Avukatlık Bürosu’nun kurucusu sayın Av.-Arb. Vehbi KAHVECİ (LLM) ile hukukçuluk,

avukatlık ve uygulamadaki yeni değişiklikler üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Bizleri

bürosunda ağırladığı, bu güzel röportajı ortaya çıkardığı ve Opinio Iuris’in 11. sayısının

oluşumunda kulübümüze destek verdiği için kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Keyifli

okumalar!

Vehbi KAHVECİ: Öncelikle böyle bir çalışma içerisinde olduğunuz için sizleri kutlarız.
Gerçekten hukuk fakültelerinde geleceğe bırakılacak en büyük eserler bunlar. Biz tabi
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1982 mezunuyuz. Bizim dönemimizde şartlar farklıydı,
şimdi çok daha farklı. Ancak başarılı olmanın sırrı ne? Biz başarılı mıyız, değil miyiz onu tam
olarak söyleyemeyiz. Ancak, kendi hayat tecrübemizde gördüğümüz; özellikle avukatlıkta,
son dönemde asıl ana tema güven esası üzerine kurulu. Yani avukatlıkta, ilk aranan güven,
çünkü, binlerce insan arasından sizin tercih edilmenizin bir sebebi olmalı, o da güven. Tabi ki
bilgi her türlü elde edilebilir, takibi de yapabilirsiniz ama eğer güven olgusunu
oluşturamadıysanız başarılı olma şansınız olmuyor. Güven olgusunu oluşturduğunuzda
diğerlerini tamamlamak daha kolay oluyor, satın alınamayan tek unsur güven. Bir diğer konu
da algı; algı insanlardan önce hareket ediyor. Yani maziniz sizden daha önce sizin gideceğiniz
yere gidiyor. Dolayısıyla temiz bir mazi oluşturmanız lazım. Eğer temiz bir mazi
oluşturursanız zaten ilerde gittiğiniz her yerde bu mazi sizden önce gideceği için, siz gitmeden
önünüzde kapıları açmış ya da kapatmış olacaktır, yani hangi maziyi oluşturduysanız. Onun
için algının oluşturulması bakımından da çok ciddi bir şekilde çaba sarf etmeniz lazım, yanlış
görüntü oluşturmamanız gerekiyor.

Başarılı olmak bakımından, avukatlıkta bize ilk başlarda anlatılan konu şuydu: Yaşam bir
kartopudur, önce küçük bir parçadan başlar sonra büyüye büyüye çok büyük bir kartopu

haline gelir. Ancak, o kartopu yuvarlandığında iki yolunuz var; ya o kartopunun altında
kalacaksınız ya da o kar topunu yöneteceksiniz. O zaman hayata bakış açınızı toparlamanız
lazım; ya hayatın içinde yer alıp oyuncu olacaksınız başkaları sizi gözlemleyecek, ya da siz
hayatı dışardan gözlemleyeceksiniz. O zaman daha rahat karar verme şansınız olacak.
Avukatlık teknik direktörlüğe benziyor, oynayan unsurlar var siz o oynayan unsurları
yöneteceksiniz ve en sonunda galip gelmeniz gerekiyor. Ama avukatlıkta asıl galibiyet dava
kazanmak değildir, biliyorsunuz herkesin savunulacak hakkı vardır, hukuki hakkı vardır.
Önemli olan hukuki haklarından sonuna kadar yararlanmasını sağlayabilmektir. Olabilecek en
hukuka uygun durum neyse onu elde etmenin başarı olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Zaten
avukatlık kanununda da avukatlığın tarifi; adaletin gerçekleşmesinde mahkemeye yardımcı
olan unsur olarak ortaya çıkıyor. Meşhur söz; insanlar giyimiyle gelişte, bilgisiyle gidişte
uğurlanır. Dolayısıyla eğer mahkeme nezdinde ya da hukuk camiası nezdinde ya da
müvekkiller nezdinde iyi bir intibanız varsa hem gelişte hem gidişte çok iyi ağırlanmanız
mümkündür.

Son dönemde en çok tespit ettiğimiz konu; avukatların bir an önce ekonomik belli bir
standardı sağlayıp sınıf atlama mücadelesi içerisinde olmalarıdır. Her şey zaman içinde tecelli
edecek, avukatlık insanları zengin eden bir meslek değildir. Avukatlıkta para, yurtdışında
birçok ülkede olduğu gibi bir onur ücretidir. Dolayısıyla avukatlıkta zengin olunmaz ama
zengin gibi yaşayabilirsiniz. Çünkü, çevreniz böyle olacaktır. Ama zengin olmak, avukatlıkta
elde ettiğiniz bilgileri kullanmak suretiyle, yeni ufuklar açmak suretiyle olabilir. Dolayısıyla
avukatlık size zengin olma imkânı verecektir. Mesela 1983 yılında ilk davam gazetelere
manşet bir davaydı, ondan sonra da her davam öyle oldu ama en sonunda gördüm ki başarının
sırrı müvekkil ile evlenmemek anlamında tarif edilen, davayla evlenmemek şeklinde tabir
edilen yapıdır. Hiçbir davayla evlenmemek gerekiyor, iç içe olmamak gerekiyor, davayı
dışardan yorumlayabilmek gerekiyor. Çünkü, ilişkilerde davayla özdeşleştiğiniz ya da
müvekkille ilişki de belli mesafeyi koruyamadığınız zaman; artık o davayla ilgili; objektif,
adaletin gerçekleşmesi için çaba sarf etmekten çok, hukuki ya da gayrı hukuki sonuca
ulaşmak için bir mücadeleye girmiş oluyorsunuz; dolayısıyla böyle bir mücadeleyi de
vermemek gerekiyor. Avukatlığın temel kuralları var, ancak, en önemlisi gördüğümüz
kadarıyla avukat; duruşu itibariyle avukat, yaşantısı itibariyle avukattır. Çünkü avukatlık;
asillerin mesleği, mesleklerin asili olarak tarif ediliyor. Bir de şöyle düşüneceksiniz size
vekâletini veren kişi; yapamadığını sizden yapmanızı istiyor, dolayısıyla ondan daha farklı
bir yapıda olmanız gerekiyor. Sonuç olarak avukatın;insani davranış biçimi olarak, yapı

olarak, giyim olarak, ruh hali olarak farklı bir yapıda olması gerekiyor. Bunları başardığınız
zaman zaten kariyerde de belli bir noktayı yakalamış olacaksınız.

Vehbi KAHVECİ: Benim asıl ihtisas alanım ceza hukuku. Ancak, Türkiye’de ceza hukuku
maalesef uygulama itibariyle farklı yorumlandığı için biz 2000’li yılların başında yeni bir yol
ayrımına gittiğimizde o günlerde Türkiye’de ciddi bir şekilde fikri ve sınaî haklarla ilgili bir
talep olduğunu gördük. Ve yaptığımız yorumlamada da fikri ve sınaî haklar, dünyanın yeni
ekonomik düzeninin bekçileri olarak ortaya çıkıyor. Mesela; işçi hakları, tüketici hakları,
çevre hukuku bakımından baktığınız zaman, bir fabrikanın Almanya’da kurulmuş olmasının
Almanya’ya getireceği olumsuzluklar bakımından, Gelişmiş bir ülkenin Türkiye’de bir
fabrika kurması halinde; bu fabrikanın atıkları, işçi hakları, vesairesini bu ülkenin üzerinde
bırakıp, sadece marka ve patent haklarıyla elde ettiği menfaatin; normal kendi ülkesinde
üretim yapsa elde edeceği menfaatten daha fazla olduğunu gördük. Dolayısıyla yeni
ekonomik dünya düzeninde marka ve patentin çok önemli olduğunu gördük ve biz şöyle bir
yol izledik; Türkiye’deki markalarla ilgili bir dernek kurduk, hala o dernek devam ediyor
oradaki amacımız Türkiye’deki markaların yurt dışındaki markaları örnek alıp yeniden
yapılanmasını sağlamaktı ve çok büyük mesafeler kat etti. Ve bugün bu mesafelerle çok şükür
Türk markaları belli bir noktayı yakaladı.

Bir de yabancı markaların Türkiye’de örgütlenmesini sağlamak, hem onların yapılarını
Türklere öğretebilmek bakımından bir dernek kurduk. O da Tescilli Markalar Derneği. O
derneğin bir dönem başkanlığını yaptım, bir dönem yöneticiliğini yaptım. 1995 yılında
bildiğiniz gibi Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Türkiye’de marka hukukuna özel
önem verildi, Türkiye’de marka hukuku Osmanlı döneminden beri var olan bir hukuk. Fakat
patent hukuku bakımından problemler ortaya çıktı, çünkü sanayileşmek için patent
oluşturmak gerekiyordu. Fakat, dünyada patenti oluşturulmamış hiçbir şey kalmadığı için
sanayileşme gelişemiyordu, bununla ilgili değişik çalışmalar yapıldı ve bugün gelinen noktada
Türk Marka Patent Kurumu en fazla tescil yapan ülkelerden biri oldu. Türkiye’de patentten
çok, faydalı model tescili yapılabilir halde. Çünkü patent gerçekten çok uzun araştırmalar,
ekonomik yatırım ve ar-ge çalışmaları gerektiriyor. Devletin de çok büyük çabaları var.
Mesela “Turquality” diye bir proje oluşturuldu. Bu projeyle çok ciddi şekilde markalara

yardımlarda bulunuldu hatta Kobiler bakımından baktığınız zaman çok fazla miktarda marka
ve patent tescili yapacaklara özel yardımlar ve katkılar oluşturuldu. Hatta tüm bedellerini
devlet öder hale geldi. Çünkü, Türkiye’nin en büyük problemi ham madde olarak, fason
olarak yaptığı üretimi bir birimden satıyorsa, o üretimi alan ülkeler aynı ürünü otuz birimden
satar hale geldi. Şimdi Türkiye tekrardan paketlemeyi ya da sunumu öğrenmek suretiyle artık
fason ülke olmaktan çıkıp marka üreten ülke haline gelme çabası içine girdi. Biz de bunlara
bir parça katkıda bulunmaya çalıştık.

Vehbi KAHVECİ: Aristo’nun yıllar önce söylenmiş şöyle sözleri var; “şimdiki gençler çok
duyarsız, çok sorumsuz”. Bunu iki bin sene önce söylemiş. Bugün de; belli bir yaşam çizgisini
geçmiş insanlar aynı şeyi söylüyor. Ama benim gördüğüm kadarıyla; gençler çok başarılı ve
gençlerin başarılı olması için yapılması gerekenler var. Dolayısıyla insanlar kendilerini iyi
tahlil etmeliler, hangi yöne gideceklerini iyi seçmeliler. Mesela bizim bürodan bu dönem 8
kişi hâkimlik sınavını kazandı ve biz bu arkadaşlarımızı fikren yönlendirdik.. Çünkü, hâkim
olduğu zaman, görev yaptığı sürede mesleğe büyük katkıları olacağı gibi, belli süre hâkimlik
yaptıktan sonra hukukçu nosyonunu tam manası ile elde etmiş olacak, ilerde avukat olmaya
karar verirse; eli güçlü olmuş olacak. Ya da mezun olur olmaz avukatlık yapmaya karar
verirse, kendisini iyi analiz etmesi lazım. Biz, avukatlara sektör yetkinliğine sahip olmaları
için; Sermaye Piyasası Kurulu(SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK),
Gümrük Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Enerji Bakanlığı gibi kurumlarda belli bir dönem
avukatlık yapmalarını öneriyoruz. Altyapı olmadan avukatlığa başlandığında , başarılı olmak
için gerekli ortamı bulma imkânı az olabilir. Halbuki belli bir liyakati elde ettikten sonra
sisteme dahil olunduğunda çok daha başarılı olabileceklerdir. Onun için kader çizgisi de
budur; önce yolları seçeceksiniz, yolu seçtikten sonra bütün sorumluluk sizin. çünkü belli bir
yolu tercih ettikten sonra size kimse karışmayacaktır. İlk başta seçeceğiniz yolu iyi
belirlemeniz lazımdır. Benim gördüğüm kadarıyla, bugün avukatlığa başlamak isteyenlerin
on sene sonra yüzde onu avukat olarak kalıyor, geri kalanı başka yollara gidiyor. Halbuki işin
başında kendini yetiştirebilecek bir ortama girebilse o zaman avukatlığa girdiğinde uzun süre
kalabilecek, dolayısıyla, avukatlıkta kalmamasının sebebi olan değişik çevresel etkiler ve

bununla birlikte avukatlığın vermiş olduğu ağır yük altında eziliyor olmanın da etkisi ortadan
kalkmış olacaktır. Ben onun için yeni avukatlara kendilerini geliştirebilecekleri ortamlarda
çok ciddi şekilde çalışmalar yapmaları gerektiğini söyleyebilirim.
Biz, avukatlara okumalarını tavsiye ediyoruz, yazmalarını tavsiye ediyoruz. Bir ülkenin dili
en güzel, barolarında konuşulur. Çünkü, avukatlık yaptığı ülkenin lisanını en güzel
hukukçuların kullanması gerekir.Fakat, bizde maalesef yeni mezun arkadaşların birçoğunun
Türkçesinde problem olduğunu görüyoruz. Bunun dışında mutlaka farklı dil de bilmeleri
gerekiyor. Türkiye artık dünya ile bütünleşmiştir. Yapacağı iş ne olursa olsun mutlaka
yabancı dili olmak zorunda. Ama en önemlisi, Türkçeyi çok iyi bilmek zorunda. Lisan-ı hal
dediğimiz bir şey var. Duruşu, hareketi ile hukukçu olmayı hak ediyor olması lazım.
Bulunduğu toplumda örnek insan olması lazım ve kendisine danışılan insan prosedüründe
birisi olması lazım. Başkasının desteğine muhtaç olan birinin hukukçu olma imkânı yoktur.
Çok güzel günler olacak, yeni gençlik çok daha nitelikli, sadece yaşam koçları yok. Onlara
yaşam koçu oluşturulması lazım, yaşam koçları olduğu zaman çok daha iyi olacaklarını ve bu
iyiliğin; hukukun, demokrasinin, insan haklarının, hak ve adalet kavramlarının toplumda daha
iyi yerleşmesine vesile olacağını düşünüyorum. Akıl insanlara verilmiş en büyük nimet, aklın
çok iyi kullanılması gerek. Allah yollarını açık etsin, hepinize başarılar diliyorum.

Vehbi KAHVECİ: 1995 yılında Avrupa Birliği ile uyuma ilişkin çalışmalar ortaya çıkınca,
düzenlemelerin aciliyeti nedeni ile kanun hükmünde kararnameler oluşturulmuştu. Fakat,
kanun hükmünde kararnameler ile ceza ihdas edilemeyeceğine ilişkin genel kabul

doğrultusunda daha sonra bu ceza yaptırımları ortadan kaldırıldı, düzenlemeyleri
etkinleştirmek için kanunlaştırma sürecine girildi, birçok kanun çıkarıldı ve kanun hükmünde
kararnameler çok değişik hal almış oldu. Türkiye’nin bir sınaî mülkiyet kanunu yoktu. Yoğun
çalışmalar sonucunda; sivil toplum örgütleri, devletin ilgili birimlerinin çalışmaları ile 6769
sayılı kanun ortaya çıktı ve artık sınaî hakların bir kanunu var. Bunun içerisinde hem özel
hukuka ilişkin hem kamu hukukuna ilişkin düzenlemeler var. Tabi burada eksik olan konular
olabilir, eksik olan konular da bugün için tartışılıyor, onlar da daha sonra düzeltilecektir. Bizi
sevindiren tarafı sınaî hakların Türkiye’de artık bir kanunu var, daha önce bir kanunu yoktu.

Vehbi KAHVECİ: Aslında bu çok hassas bir soru. Özellikle sınaî haklarda, kamuoyunun son
dönemdeki bilinçlendirilmesi ile çok büyük aşama elde edildi. Ancak, gene de toplumda bu
tür suçların takibine ilişkin olarak ciddi bir pasif direniş var. Mesela, mahkemeler arama- el
koyma kararı verirken diğer suçlara oranla çok daha hassas davranabilmektedirler. Ayrıca
işlem yapılmasına gidildiği zaman, işlem alanında tepkiyle karşılaşabilmektesiniz. Çünkü;
bunların istihdam yarattığı ya da yeni iş alanları yarattığı gibi bir algı var. Hâlbuki
Türkiye’de; tekstil, taklit marka ve aksesuarların hacmi 3 milyar dolar civarındadır. Bu
kazanım çok az ana kaynakta toplanmaktadır.Bu bedeller hiçbir şekilde
faturalandırılmamaktadır, çocuk işçi çalıştırılabilmektedir, her türlü hukuk dışı yapıya müsait
alanlardır. Dolayısıyla bu alan kayıt altına alınırsa, ekonomide de belli bir büyüklük
sağlanacaktır. Ancak, dediğim gibi bazı hâkim savcıların ya da mahkemelerin olaya bakış
açısına bağlı olarak bir direniş söz konusudur. Zaman içinde bu durumun da düzeleceğini
zannediyorum. Burada asıl özellikli olan konu cezai takipler bakımından sadece markaların
korunmasıdır. Patent, faydalı model ya da tasarımlar 6769 sayılı kanun kapsamında cezai
olarak korunmamaktadır. Biz bu görüşe katılmaktayız. çünkü, patentin cezai koruması olması
halinde, henüz patent hakkına tecavüzün tespiti tam yapılmadan üretim yapan yerler
kapatılabilmektedir, bu durum da sanayinin gelişmesini önlemektedir. Bu nedenle patent
bakımından cezai koruma olmaması bizim tarafımızdan da savunulan bir görüştür. Ama
markalar bakımından; cezai yaptırımın en sert şekilde uygulanması gerekir. Çünkü, hırsızlıkla
eşdeğerdir. Bir markanın yarattığı alandan istifade etmek suretiyle belli bir menfaat elde
edilmektedir ve bu büyük bedel bugün terör örgütlerinin en büyük gelir kaynaklarından
birisidir. Ceza miktarları çok düşük olduğu için de bu yola gidilmektedir. Ana kaynaklar

itibariyle baktığınız zaman uyuşturucu ticareti yapanlarla taklit ürün üretimini, satışını
yapanlar aynı kaynaklardır. Dolayısıyla bu konuda hassas olunması gerektiğini düşünüyoruz.

Vehbi KAHVECİ: Tabi burada özgürlükler kavramı ön plana alınıyor. Fakat bildiğiniz gibi
özellikle sosyal medya platformları genel olarak yabancı ülkelerin tekelinde olan
platformlardır ve bu platformlar çok değişik anlamlarda kullanılabilmektedir. Mesela; kişisel
verilerin korunması kapsamında koruma altına alınmak istenen hususlar, sanal ortamda
kendiliğinden aşılabilmektedir. Ya da kaynağı belli olmayan herhangi bir merkezden yapılan
yayınla insanların özgürlükleri yok edilebilmektedir, kişilikleri saldırı altında olabilmektedir,
bir şekilde haysiyet cellatlığı yapılabilmektedir. Tabi ki yargının buna müdahale etmesi
gerekmektedir. Ancak, büyük ana sosyal medyaların merkezlerinin yurt dışında olması
nedeniyle devletin uyguladığı birtakım yaptırımlar ortaya çıkmıştır ki bu onların devletin
çabalarını desteklemesini sağlamaya yöneliktir. Son aşamada da bunlar Türkiye’de büro
açmak suretiyle mahkemelerin taleplerini karşılar hale gelmişlerdir. Hatta kendi içlerinde
soruşturma mekanizmaları oluşturarak yapılan başvuruları hızlıca değerlendirme yoluna
gitmişlerdir. ancak belli bir düzen içinde olmadığı takdirde en değerli kıymetlerimizin ya da
en kutsal varlıklarımızın saldırıya uğramasını önleyebilmemiz mümkün değildir. Burada
özgürlük kavramı tartışılmalıdır, nereye kadar özgürlük geçerlidir? Ama sonuç itibariyle bu
alanın da bir düzene kavuşturulması elbette gerekir.

Vehbi KAHVECİ: Tabi çok fazla anımız var ama benim açımdan en önemli anımı
paylaşayım. Avukatın; hem hukukçu, hem sosyolog, hem psikolog olması gerektiğinin en
güzel örneği yaşadığım bir boşanma davasına ilişkin görüşümdür. Çok güzel bir hanımefendi
bize boşanmak için başvurmuştu ve biz o hanımefendiye baktığımızda gerçekten çok düzgün
bir insan olduğunu gördük ve kendisine şunu söyledik; eşinizi çağırmak istesek bize müsaade
eder misiniz? Eşini davet ettik, davet ettiğimizde baktım ki eşi de çok düzgün bir insan, duruş
itibariyle aile yönetebilecek durumda. Ve kendilerine uyuşmazlığın kaynağını sorduk, bu
kaynağın psikolojik olduğunu gördük. Neydi bu kaynak; beyefendi işten geldiğinde devamlı

olarak hemen aynı apartmanda bulunan anne ve babasının yanına gitmekte ve bunun da aileye
gerekli ihtimamı göstermediği şeklinde algılandığını anladık. Yaptığımız konuşma sonrasında
beyefendiye evlerini taşıyıp taşımayacağını, uzak bir yere gidip gidemeyeceğini sorduk. O da
tabi ki bunu yapabileceğini söyledi ve kaldıkları ev Beykoz’da iken onları Kartal’da bir eve
taşıdık. Ve o gün büromdan birbirlerine nasıl sarılıp çıktıklarını gördüğümde avukatın
mahkemede savunma yapmaktan başka görevleri olduğunu anlamış oldum. Ve ondan sonra
gördüm ki çok mutlu bir hayatları oldu, çocukları büyüdü, tüm bunlardan çok büyük mutluluk
duydum.

Vehbi KAHVECİ: Ben Trabzonluyum. Karadeniz’de şöyle bir mantık vardır; önce kurşunu
sıkarlar sonra niçin sıktığını sorarlar. Bizdeki ihtilafların birçoğu insanların birbirleriyle
karşılıklı konuşamamasından, ya bir anlık iç dünyasına hakim olamamak, öfke kontrolünde
bulunamamak ya da birbirlerini dinlememiş olmaktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla ilk ayak
olarak arabuluculuk insanların birbirini dinlemesini sağladığı için birçok uyuşmazlığı da
kendiliğinden çözüyor. Nitekim şimdi arabuluculuk uygulamasında görüyoruz ki; en yaygın
olarak işçi haklarında kullanılıyor. Birçok olayda işçinin haklarının daha fazlasını patronun
ödediğini görüyoruz. Çünkü patron, gelişmelerden, işyerinin kendi içindeki bürokrasisi
nedeniyle haberdar değil. Çok basit olaylar mahkemeye yansıyıp mahkemenin iş yükünü
arttırıyor. Fakat ilk etapta anlaşılabilecek durumlarda, anlaşılabilmenin sağlanıyor olması hem
mahkemenin yükünü azaltacak hem de toplumsal barışı sağlayacak.

Dünyanın birçok yerinde birçok problem; mahkemeye gitmeden önce arabuluculuk ile
çözülüyor. Bu durumun avukatların görevlerini elinden almak gibi bir durum doğurduğu iddia
ediliyor ama böyle bir şey söz konusu değil. Ancak, bazı avukat arkadaşların sırf davaya girip
dava sonucunda daha fazla avukatlık ücreti alma düşüncesiyle bu olayı reddediyor olmasını
da anlayabilmiş değiliz. Çünkü bugüne kadar yapılan başvuruların yüzde altmışı uzlaşmayla
sonuçlandı ve bu anlaşmayla sonuçlanan bölümlerde de zaten avukatlar avukatlık ücretlerini
alabilmektedirler. Dolayısıyla arabuluculuğun desteklenmesi gerektiğini hatta daha da fazla
yayılması gereken bir konu olduğunu düşünüyoruz.

Vehbi KAHVECİ: Biliyorsunuz ki arabulucunun herhangi bir şekilde anlaşmayı dikte etme
görevi yoktur. Sadece tarafları dinleyip vardıkları sonucu kayda geçme görevi vardır. Ayrıca
herhangi bir şekilde iradeyi sakatlayan bir sebep olursa arabuluculuk sözleşmesinin hükümsüz
sayılması da mümkündür. Zaten eğer mutlu olmamışsa gidip dava açma hakkı da vardır.
Dolayısıyla öyle bir durum söz konusu olmaz. Eğer işçinin baskılanması ya da korkutulması
ya da anlaşmaya zorlanması söz konusuysa zaten bu arabuluculuk yapısı dışında da
yapılabilir. Ayrıca da arabuluculuğun kamu görevi olmasıyla birlikte bu durumu önleme
görevi de vardır.

Vehbi KAHVECİ: Az önce yaptığımız anlatımları burada da söyleyebiliriz ama şu kadarını
söyleyeyim buradaki en büyük eleştiri davaların uzayacağı yönündedir. Halbuki bildiğimiz
gibi bizde, asliye hukuk mahkemelerinde ya da ticari davalarda zaten iki duruşma arası üç-
dört ay olmaktadır. Dolayısıyla arabuluculukta geçen bir iki aylık süreden bahsedilmektedir
bu noktada da kaybedilecek bir süre söz konusu değildir. En temel insan haklarından bir
tanesi de yargıya ulaşabilme hakkıdır. Yargının pahalı olması nedeniyle, yargıya ulaşamama
söz konusudur. Halbuki burada hem yargıya hızlı ulaşabilmek, harçlardaki son derece düşük
tutarlar ve kısa sürede sonuca kavuşabilme gibi hususları dikkate aldığınız zaman, herkes
bakımından faydalı bir müessese olduğu açıktır. Ama kötü niyetli insanlar bakımından her
yerde olduğu gibi burada da hak kötüye kullanılabilir. Bu durum da zaten mahkeme yoluyla
düzelecektir. Uygulamanın yerleşmesi mafyalaşmayı da önleyecektir. Mağdurlar paralarını
ya da haklarını kısa sürede alamadıkları için illegal yollara başvurabilmektedir. halbuki bu
yoldan gidildiğinde hakkı olan sonucu daha çabuk elde edeceği için mafyalaşma da önlenmiş
olacaktır. O bakımdan çok başarılı bir çalışma olacağını düşünüyorum, zaman içinde bu da
zaten kendini gösterecek.

Vehbi KAHVECİ: Buradaki tez de şu; arabulucuların hukukçulardan olması önemli, çünkü
arabuluculuğun iki tarafı da genelde hukukçu oluyor. Dolayısıyla arabulucuların hukukçu

olması, aynı zamanda hak kavramının ortaya çıkmasını da sağlıyor. Halbuki daha başka
tartışmalar var. Mesela, muhtarlara arabuluculuk görevi verilmesi. Anadolu’da ihtiyar heyeti
dediğimiz bir yapılanma söz konusu, bu zaten hukuk dışı bir konu. Sözü dinlenen kişiler bu
tarz çalışmaları yapabilir ama bunun hukukçular eliyle yapılması aynı zamanda icra edilebilir
bir mahkeme kararı kuvvetinde bir sonuç ortaya çıkaracağı için amaca daha uygun.
Türkiye’de biliyorsunuz avukatlar bakımından alanında uzlaşma kavramı da yoktur, hukukçu
kimliği vardır, hukukçuluk bir nosyondur. Alanlar ise hukukçunun altındaki alt yapılardır.
Dolayısıyla hukukçu olmak yeterlidir. Ama onun dışında konusunu bilmesi gerekir dediğimiz
husus ise; Arabulucunun kendisi karar verme mercii olmadığı için sadece prosedürü bilmesi
yeterlidir.O da zaten eğitimlerle veriliyor.

Vehbi KAHVECİ: Aristo’nun yıllar önce söylenmiş şöyle sözleri var; “şimdiki gençler çok
duyarsız, çok sorumsuz”. Bunu iki bin sene önce söylemiş. Bugün de; belli bir yaşam çizgisini
geçmiş insanlar aynı şeyi söylüyor. Ama benim gördüğüm kadarıyla; gençler çok başarılı ve
gençlerin başarılı olması için yapılması gerekenler var. Dolayısıyla insanlar kendilerini iyi
tahlil etmeliler, hangi yöne gideceklerini iyi seçmeliler. Mesela bizim bürodan bu dönem 8
kişi hâkimlik sınavını kazandı ve biz bu arkadaşlarımızı fikren yönlendirdik.. Çünkü, hâkim
olduğu zaman, görev yaptığı sürede mesleğe büyük katkıları olacağı gibi, belli süre hâkimlik
yaptıktan sonra hukukçu nosyonunu tam manası ile elde etmiş olacak, ilerde avukat olmaya
karar verirse; eli güçlü olmuş olacak. Ya da mezun olur olmaz avukatlık yapmaya karar
verirse, kendisini iyi analiz etmesi lazım. Biz, avukatlara sektör yetkinliğine sahip olmaları
için; Sermaye Piyasası Kurulu(SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK),
Gümrük Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Enerji Bakanlığı gibi kurumlarda belli bir dönem
avukatlık yapmalarını öneriyoruz. Altyapı olmadan avukatlığa başlandığında , başarılı olmak
için gerekli ortamı bulma imkânı az olabilir. Halbuki belli bir liyakati elde ettikten sonra
sisteme dahil olunduğunda çok daha başarılı olabileceklerdir. Onun için kader çizgisi de
budur; önce yolları seçeceksiniz, yolu seçtikten sonra bütün sorumluluk sizin. çünkü belli bir
yolu tercih ettikten sonra size kimse karışmayacaktır. İlk başta seçeceğiniz yolu iyi
belirlemeniz lazımdır. Benim gördüğüm kadarıyla, bugün avukatlığa başlamak isteyenlerin
on sene sonra yüzde onu avukat olarak kalıyor, geri kalanı başka yollara gidiyor. Halbuki işin
başında kendini yetiştirebilecek bir ortama girebilse o zaman avukatlığa girdiğinde uzun süre
kalabilecek, dolayısıyla, avukatlıkta kalmamasının sebebi olan değişik çevresel etkiler ve

bununla birlikte avukatlığın vermiş olduğu ağır yük altında eziliyor olmanın da etkisi ortadan
kalkmış olacaktır. Ben onun için yeni avukatlara kendilerini geliştirebilecekleri ortamlarda
çok ciddi şekilde çalışmalar yapmaları gerektiğini söyleyebilirim.
Biz, avukatlara okumalarını tavsiye ediyoruz, yazmalarını tavsiye ediyoruz. Bir ülkenin dili
en güzel, barolarında konuşulur. Çünkü, avukatlık yaptığı ülkenin lisanını en güzel
hukukçuların kullanması gerekir.Fakat, bizde maalesef yeni mezun arkadaşların birçoğunun
Türkçesinde problem olduğunu görüyoruz. Bunun dışında mutlaka farklı dil de bilmeleri
gerekiyor. Türkiye artık dünya ile bütünleşmiştir. Yapacağı iş ne olursa olsun mutlaka
yabancı dili olmak zorunda. Ama en önemlisi, Türkçeyi çok iyi bilmek zorunda. Lisan-ı hal
dediğimiz bir şey var. Duruşu, hareketi ile hukukçu olmayı hak ediyor olması lazım.
Bulunduğu toplumda örnek insan olması lazım ve kendisine danışılan insan prosedüründe
birisi olması lazım. Başkasının desteğine muhtaç olan birinin hukukçu olma imkânı yoktur.
Çok güzel günler olacak, yeni gençlik çok daha nitelikli, sadece yaşam koçları yok. Onlara
yaşam koçu oluşturulması lazım, yaşam koçları olduğu zaman çok daha iyi olacaklarını ve bu
iyiliğin; hukukun, demokrasinin, insan haklarının, hak ve adalet kavramlarının toplumda daha
iyi yerleşmesine vesile olacağını düşünüyorum. Akıl insanlara verilmiş en büyük nimet, aklın
çok iyi kullanılması gerek. Allah yollarını açık etsin, hepinize başarılar diliyorum.