Aysu Melis BAĞLAN ile Spor Hukuku

Baran YÜNCÜ, Mine AKPINAR, Ayyüce Beril YILMAZ, Nazlı HACIOSMANOĞLU, Selimcan MİNSİN

Aysu Melis Bağlan: Edirne’de yüzüyordum, doğduğum büyüdüğüm memlekette. Evet, bir spor geçmişim var dediğiniz gibi. Büyüyüp avukat olunca, aslında ruhsatımı alır almaz karar vermiş gibiydim, aklımda keşke spor hukuku ile ilgili bir alanda çalışabilsem düşünceleri dönüyordu. Eski yüzücüydüm, bir bakayım dedim yüzme federasyonuna; bunun üzerine federasyonun hukuk kurulu üyesi oldum ama bu deneyimin benim için çok verimli geçtiğini söyleyemem. Beklentim gönüllü veya profesyonel şekilde birçok olaya girip çıkmak, en azından bunları deneyimleme fırsatını yakalamaktı. Ancak çok sakin ilerliyordu her şey, orada bir randıman elde edemedim açıkçası ama yine de federasyonla bir ilişki kurmuş oldum. 2011’de TFF’nin Lisanlı Futbolcu Temsilciliği sınavına girdim. Aslında menajerlik sınavı, futbolcu menajerliği sınavı. Bu şu sebeple ilgimi çekti, TFF sınava girenlerin kapılarına kargoyla bütün statü ve talimatları gönderiyor. Bu dönemde hoca yok, kitap yok, neyi nereden öğreneceğim de bu ilgi alanı ile ilgili bir sağlama yapacağım, hiçbir fikrim yok. Dedim bu çok iyi en azından sınava girerim, bu konulara çalışırım ve sonucunda ne olacağını görürüm. Sonuçta paraları yatırıyorsunuz, çalışıyorsunuz, sonunda da sınava giriyorsunuz. Ancak ortam çok farklıydı, sanki sihirli bir değnek değecek ve herkesin hayatı değişecekmiş gibi. Menajerlik Unkapanı’ndan hallice bir ortam, tahmin edilemez bir gerginlik var. Bunun yanında sınav da aşırı zor, sorular FIFA’dan geliyor ve çok kaliteliler. Yirmi test sorusu içinde on dört doğru yaparsanız dünyanın her yerinde FIFA kokartlı futbolcu menajeri oluyorsunuz. Ama tabi bizdeki gibi yan gelip yatma yeri olmadığı için beş senede bir sınavına girdiğiniz, yani işin peşini asla bırakmayacağınız dolasıyla talimatlar, statüler ne kadar değişiyorsa dünyanın her yerinde, her hukuk alanında sizi sürekli bir eğitime, sürekli uyanık kalmaya sevk eden bir sistem kurulmuş durumda. Bir yandan da hem menajer hem avukat olamıyorsunuz çünkü menajerlik çok yüksek gelirli ticari bir iş. Bir de İsviçre Frangı cinsinden ücretleri, aidatları var ve bunlar ruhsatını geçen sene almış bir avukatın altından kalkabileceği şeyler değil. Aileden bunu karşılayabilecek bir destek gelmiyorsa, bir kulüp yöneticisinin oğlu, kızı değilseniz çok da imkanlı değil baktığınız zaman. Yine de dedim tamam, sınava girelim, çok da iyi geçti ama sınav şike sebebiyle iptal edildi, yatırmış olduğumuz paralar iade edildi. Ben de zaten on dört yapamamıştım on bir yapmıştım. Bedavadan tecrübe sahibi oldum ama hoşuma gitti. Sorularında da sadece coğrafi bilgiyle bir ülkenin hangi kıtaya girip girmediğiyle ilgili tereddütlerden, transfer ücreti aralığını tespit edip ona göre işlem yapıp yetiştirme tazminatını hesaplamak çok güzel geldi. Sonuçta bu vakte kadar okuduğun, üflediğin bütün kâğıdı kalemi sana orada göstertebilen bir şey ki bu çok keyifli gerçekten. Spor hukuku deyince bizim yaşımızdan küçük bir bilimden bahsediyoruz ya şimdi, bu sorular da bizim yaşımızdan küçük hukuki metinler bir nevi. Bu da biraz işin kolaylığı biraz da zorluğu anlamına gelmiş oluyor. Benim bir de kendime yeni bir alan bulma ve kendimle ilgili bir alan bulma kaygım vardı. Bir de Beşiktaşlıyız söylemesi ayıp, maçlara gidiyoruz, geliyoruz; öyle olunca dedim aslında ben bu işe en ilgili insanlardan biriyim. Hem avukat hem sporsever hem de futbol gönüllüsüyüm ve bu durum da hoşuma gitmişti, tabi Beşiktaş’ın kapısını çalmışlığım da var bu sırada. Sınava girmiştim ve Beşiktaş’a gidip demiştim ki paspas falan ihtiyacınız var mı ben olabilirim. Alın ne yaparsanız yapın ben burada arayayım en azından bu işi. Bu iş yapılabilirse kulübün içinde acaba bir baksam olmaz mı düşüncelerindeydim falan ama sonuçta da İspanya’ya girmiştim. Bir yandan da şöyle düşünün, ben bir İspanya’ya gidip geleceğim müsait olursanız tadında. İşte ben o yaz İspanya’ya gittiğimde de 3 Temmuz süreci salık verdi. Kamuoyunda şike süreci olarak bilinen süreç başladı. Dolayısıyla ben İspanya’dan döndüğümde hiç de ne tatlıydın sen gel de bizim kulüpte spor hukuku öğren gibi bir tavırla karşılaşmadım. Bu Beşiktaş için değil tüm kulüpler için geçerliydi, hepsi çok kapalı bir yapıya bürünmüştü. Bunun da neredeyse hiç konuşulmadığı bir dönemdi. Aslında bu tip yollarda ilerleyerek bu konuya geldim. Bir yandan da tabi bilim olmayan bir şey olduğunu keşfetsem de yüksek lisansını yapabilmeyi çok istemiştim. Galatasaray Üniversitesi’nde vardı. 2011 güz döneminden bahsediyorum. Oraya başvurdum spor hukuku yüksek lisans programına. Telefon geldi, Aysu Hanım beş kişi kayıt olmadığı için sizi dil sınavına davet edemiyoruz, programı açamıyoruz. Bu şu demek aslında, İstanbul’da dolayısıyla Türkiye’de 2011’in güz döneminde beş tane insan evladı yok bu işle ilgili bir şey yapmak isteyen. Öyle çarpıcı bir tablosu var bizim için. Neyse dedim, sonra çok da teşekkür ettim şansıma, iyi ki yapamamışım çünkü sonradan zaten o dönemde yüksek lisans yapmanın gerekli olmadığını düşündüm. Çünkü konuları o kadar iyi bilmiyordum, öğretmen kadrolarına hakim değilim, literatüre çok hakim değildim, popüler bir akıma savrulurmuşum gibi hissediyorum şu an baktığım yerden aslında. Bilim statüsüne çıkamamış bir şey ile ilgilenirken bilimsel bir çalışma yapmak istiyorsanız tercihlerinizi yurtdışında araştırmalısınız. En son söyleyeceğim temenniyi başta söyleyeceksem, eğitimini almak istiyorum diyen kesinlikle yurtdışında bir şeyler araştırmalı. Ben de bunu ne yazık ki sağlayamamıştım o sırada ama Galatasaray Üniversitesi’ne yine de gireyim dedim. Benim lisanstaki hocalarımın hemen hemen hepsi Galatasaray’dan geliyorlardı. O ekolün de getirdiği yakınlıkla dedim burada yüksek lisans yapmak isterim. Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yaptım yüksek lisansımı ama daha ilk görüşmemde yüksek lisans sonrasında tahkim yargılaması ile ilgileneceğimi söyledim. Çünkü hukuktan geldim uluslararası ilişkilere, orada AB ekonomisi tartışacak halim yok, kaldı ki tartışacak yeterliliğim yok. Bunun okumasını yaparım, ödevini yaparım, elimden geleni yaparım ama ben tahkim yargılaması ile ilgili bir şey yapacağım bu kesin dedim. Sonra bunu spora bağlarım ve çalışmamı geliştirim diye hedeflemiştim ve bu şekilde bir kitap yazma macerası başladı aslında. O ödevi verdikten sonra dedim aslında bir yarısını yaptık neredeyse bunun bir adını koysak olmaz mı? Kitabı da aslında yazınca, o tarz bir olgunluk da hayatıma gelince somut bir eserinizin olması çok şey değiştiriyor. Bir yere gittiğinizde bir kitapla ilgili durumu açıklayabiliyorsunuz. Ayrıca prestij açısından da çok önemli ancak kendiniz için her şeyden daha önemli çünkü önce kendiniz için yapıyorsunuz bunu. Bu söylemi geliştirmek için benim buna ihtiyacım vardı. Derli toplu bir şekilde bu okumayı yapmaya, belki de bu sorumluluğu almaya. Ondan sonra dedim ki aslında bir söylem geliştirebiliriz, Youtube’u mu bunun için araştırsam? Bakalım neler anlatabilirim çünkü o da öncelikle kendim için, çünkü kullanılan dili oturtmak, herkesin anlayacağı bir şekle çevirmek biz hukukçular için oldukça zor. Altı-sekiz ayım sadece terler dökerek bununla geçti. Avukatlık dilini bırakmak zor, çok ayrı bir dil gerçekten. Avukatlık dilinden normale dönmek zaman aldı ama dil oturdu, benim dertlerim oturdu, neyi nasıl söylemek istiyorum nasıl kendim gibi söylerim ama nasıl bir hukukçu gibi söylerim anlatmak istediğim şeyden de uzaklaşmadan. Her ne yaparsanız yapın bir ömür boyu avukatsınız ve İstanbul Barosu’na kayıtlısınız neticede ve bu mesleğin de bir itibarı var, benim kendi yönettiğim bir itibar var. Hem kendin gibi hem meslek etiğine uygun bir şekilde bunu bu vakte kadar iyi yapabildiğimi düşünüyorum. İlk video en kötüdür ya hani o günden bugüne baktığımda bu sürecin iyi geçtiğini düşünüyorum. Sonrasından işte bu konuda söylem geliştirmek gerçekten hoşuma gitti. Yani bir yandan da artık neredeyse gelen yorumlar futbol kadın oyunu olsun artık gibi şeyler. İnsanları hiç görmediğiniz bir yerde ikna etmek, bu uygulamaların size anahtar misali insanların evine, cebine, eline ulaşma fırsatı sağlamak çok ilginç, çok gerçek, çok sanal, çok sınırsız, hepsi bir arada artık neresinden tutarsanız konuyu. Dolayısıyla işin durumu bu ama özüne döndüğümüzde bu aslında bir başarısızlık hikayesi, ben spor hukukçusu olmak istemiştim, olamadım. Bir gün bir kulübün vekaletini alıp bu işi yapmadım aslında baktığınızda ama bu işin düşünürü veya söylem geliştiricisi olmaya adayım bunu söyleyebilirim. Bir yandan da bu alan gelişsin istiyorum. Artık avukatlığı yapmamaya karar verdim zaten, yani medya kısmında ilerlemek istiyorum kendi bireysel kariyerimde.

Aysu Melis Bağlan: Dezavantajlarından başlamak gerekirse kaynak yok, Türkçe yayın yapan bir kaynak bulmak çok zor. Bunu zaten daha ziyade uluslararası arenaya kıyasla açıklasam daha iyi olabilir. Mesela dünyanın her yerinde federasyonlar var, dünyanın her yerinde bazı kongreler yapılabilir, dünyanın her yerinde meslektaşlarımız var, dünyanın her yerinde bu konunun ilgilisi var, bilgilisi var, heveslisi var; mesleği bu alanda yapmayacak olsa bile bilmek isteyenler olabilir ya da çok sıkı bir taraftar da bunu bilmek isteyebilir. Takmıştır yani kadın veya adam, öğrenmek istiyordur o CAS kararını okumak istiyordur veya TFF’nin verdiği Tahkim Kurulu kararının gerekçesini merak ediyordur. Bazı ülkelerde bunlara ulaşabiliyorsunuz, bazı ülkelerde ulaşamıyorsunuz. Madem evrensel anlamda bir bilimden ama bizim ülkemizde bilim olmayan bir şeyden bahsediyoruz; bunu ne yazık ki kıyasla açıklamak mümkün olacak çünkü uluslararası mecrada yapılıyor, ama onu da yapamıyoruz şu an ne yazık ki. Tabi siyasi etkenler çok fazla, üretim modellerimiz bunda çok etkili her şeyden önce. Bir yandan da insanların akademik konuda sabır göstermesi için illa büyük bir pastanın olması ve oradan pay alacağına inanması mı gerekir? Yani yok mu üç tane daha idealist insan? Birisi bir kitap yazıyor o diyecek ki ya arkadaş sen bunu demişsin ama o işin aslında şöyle bir tartışma boyutu var. İşte o zaman zaten doktrin dediğimiz şey, bilimsel tartışma, boşluklar, doluluklar, aşırılıklar, hayaller ortaya çıkıyor ve bütün o tartışmayı öyle ortaya koyabiliyoruz. Her biri çok kıymetli ama şu an o alışveriş içinde değil bu alan bu ülkede ne yazık ki. Tek taraflı bir uygulama ve uygulamalardan oluşan şikâyet üzerine gelişen bir senaryo ile karşı karşıyayız. İnsanlar biraz daha idealist bakabilirler bu konuya. Bir gün bakacaklardır ya da şu an tanımadığımız insanlar yine dört duvar arasında bir çalışma yapıyorlardır. O ürünler çıktıktan sonra onları da tanıyor olacağız. Bu alanda soru sorulacak insan sayısı da genişleyecek en azından düşünen insan sayısı genişleyecek. Benim İspanya Futbol Federasyonu’na çokça gitme şansım oluyor, orada dünyanın her yerinden avukatların geldiği futbol hukuku kongreleri yapılıyor iki senede bir. Benim gittiğim yerlerde federasyondan hiç kimse olmuyor. Yani beni bunun için finanse eden bir durum da yok, bunu bana kimse söylemiyor İspanya’da böyle bir kongre varmış diye. Yani bir şeyi yapmak istiyorsanız yapıyorsunuz, kimse kimsenin elini kolunu tutmuyor ama ben isterim ki bizim federasyonumuzdan da birisi olsun. Sonuçta 2018 yılındayız, her şeyin, her bilginin ulaşılabilir olduğu ve nerdeyse bunu araştırmanın bile finansa bağlanabildiği büyük kurumlardan bahsediyorken o zaman neredesiniz diye ben sorarım. Kişisel olarak bu işi yapan Türk hukukçular oluyor. Bu arada son seferde federasyondan da kişiler vardı ama orada bizim ekranlarda gördüğümüz, söz sahibi, politika üreten veya federasyonu temsilen bir şeyler yapan değil de federasyonda avukat olarak bizler gibi çalışan arkadaşlar vardı. Türk hukukçu oluyor, on kişi kadar, bu zaten bir anlamda bu ülkede bu işi yapan meslektaş sayısına eşdeğer. Yirmi yok yani şu an gerçekten hemen hemen on kişi, on beş kişi bu işi tam olarak yapıyor. Dolayısıyla bilim olması biraz insanların elinde. Biraz da aslında dediğim gibi dünyada varken bunu almamak, kullanmamak veya bunun istatistiğini tutmamak, bir gerekçeli kararın peşine düşmemek zaten bizi bilimden uzaklaştıran bir yandan emsal karar üretilmesini engelleyen, bu işin evrenselleşmesini ya da ülke içinde ulusallaşmasını engelleyen bir şey; çünkü bir karar veriliyor neden üç maç ceza öbüründe neden yedi maç ceza, biz daha bu sorunun cevabını bulamıyoruz. Dolayısıyla kamu vicdanının rahatlatılamadığı bir yerde zaten bilimden bahsedemeyiz hiçbir şekilde. Birtakım uygulamalardan bahsederiz ve bunu ölene kadar tartışabiliriz. Dolayısıyla yapılmışı varken ben bütün ehil meslektaşları, belli konumlara gelmiş meslektaşları bunları değerlendirmeye davet ediyorum.

Aysu Melis Bağlan: Kişilerin nasıl kullandığı ile alakalı mecrayı. Siz ortalığı karıştırmak için bir şey söylerseniz, mesela şu an Talisca’nın kart cezası ile ilgili karıştıralım ortamı hemen huzurunuzda. Çünkü bin tane doğru şey söylersiniz değerini bulmaz, bir tane sansasyonel ve yanlış bir şey söylersiniz fenomen olursunuz; böyle de bir ülkede yaşıyoruz bir yandan aslında dünyanın da düzeni böyle. Mesela Süper Kupa finalini hatırlıyorum Samsun’da oynanmıştı, Beşiktaş Samsun arasında. Şimdi aslında birçok bilinmeyen var. Tam da örnek olaydan açıklamam gerekirse Samsun’da oynanacağına yazı tura yapıp karar vermiyoruz. Biz de karar vermiyoruz buna taraftar olarak, kulüpler de karar vermiyor. Buna federasyon karar veriyor, oraya gittiğinizde olaylar yaşanıyor. İptaller, ertelemeler birçok şey tartışılabilir. Aslında bizim şu an neredeyse dalga geçtiğimiz ama facianın eşiğinden dönülen ve bu ülkede bir evlat, bir birey, bir kadın, bir arkadaş, bir sevgili, eş, dost her şey olmaktan ziyade bir de hukukçu olarak kötünün iyisi ile yetinmekten gerçekten bıktım usandım. Daha kötüsü olmadı ile yetinmekle kalıyoruz. Sürekli şükretmek için dünyaya gelmedik değil mi yani? Baştan önlemini alabileceğimiz şeyleri hele hukuki çerçevede önlemini alabileceğimiz şeyleri yapmadıkça o zaman gerçekten bireysel olarak da tükeniyorsunuz. Hukukun bilim olarak tükendiği gibi siz birey olarak da tükeniyorsunuz çünkü yapılabilecekleri aslında görüyorsunuz. Hangi düzenlenmelerin nelere elverişli olabileceğini öngörüyorsunuz ama hiçbir şeyin gerçekleştirilmediğini gördüğünüzde bu çok yorucu bir hal alıyor. Hakikaten tükenmişlik sendromu sanırım böyle bir şey çünkü sorular değişmiyor, şikayetler değişmiyor ama çözmek isteyen kimse yok. Çözümü konuşmadıktan sonra neyi konuşuyoruz ki sürekli? Dönüyorum bu işin nasıl kullanıldığına ve aslında neler yapılabileceğine sosyal mecralarda ve basında, gazeteci arkadaş yazıyor. Bu bahsettiğim olayın sonunda verilen cezalar sebebiyle Süper Lig’in ilk maçında Beşiktaş’ın kendi evinde taraftarsız oynaması gibi bir mesele vardı. Şimdi oynayacak mı oynamayacak mı? Tahkim Kurulu kapandı. O gazeteci arkadaş açıyor futbol disiplin talimatını, orada Beşiktaş’ın kendi sahasında taraftarları ile oynayabileceğini söylüyor. Ama ne yazık ki hukuk bir bütün ne yazık ki hukuk öyle bir tane talimatın bir tane maddesinin bir tane cümlesiyle çözemeyeceğimiz kadar derin ve her şeyi bilmemizin gerektiği ciddi bir mesele. Yoksa Google’a yaz KOSGEB kredisi, faizler. Bunu yazmak ile olmuyor. Bir de bunun Süper Kupa talimatı var. Şimdi ben de tutamadım kendimi yazdım altına. Yazık ki ben de çok isterim Beşiktaş taraftarı ile oynasın, maça gidemiyorum, sonuçta bu beni birinci derecede ilgilendiren bir şey. Dedim çok isterdim ama ne yazık ki Süper Kupa talimatındaki ceza dolayısıyla olmuyor, çünkü Süper Kupa finali senede bir kere ve orada suçun varsa, talimat ihlallerinin karşılığını bulması ve o cezaların infazı için bir Süper Kupa finali bekleyemeyiz zira bilmiyoruz ki bir sonraki Süper Kupa finalinde o finalistlerden birisi orada olacak mı? Dolayısıyla Süper Kupa talimatı diyor ki hemen bir sonraki maçta bu ceza infaz edilir, her ne maçı varsa. Bu Ziraat Türkiye Kupası da olabilirdi Süper Lig de olabilirdi. Somut olayda Süper Lig vardı ve ne yaparsa yapsın, kim neyi tartışıyorsa tartışsın, kim hangi tweeti atarsa atsın, kim hangi manşeti atarsa atsın, istediğiniz basın ve yayın organından bahsedin, hukuki düzenlemenin önüne geçemezsiniz ve konu kapandı.

Aysu Melis Bağlan: Şöyle ki öncelikle burada bir spor politikası yok, bizim ülkemizde bakanlığı olması o konuda spor politikası üretildiği anlamına gelmiyor, insanlar çok mesafeli de duruyorlar bu konuya. Ben bazı yayınlara katıldığımda da çok üzerinde durulmayan bir konu bu, insanlar bazen “Bir dakika, çok önemli bir şey söylüyor spor politikamız, yok bu lafı söylemekten korkmamalıyız.” gibi şeyler diyor ama gerçekten spor politikamız yok yani. Bizim olimpiyatları alamıyor olmamız stat düzenimiz, yaptığımız yasalarla alakalı. Tekrar altını çizelim, yaşı bizden küçük mecralar ve meseleler bunlar, yani 2020 olimpiyatları için adaylığı koymamız ve oradan geri dönmemiz aslında hiç şaşırtıcı değil. Bilmiyorum sadece bana mı böyle geliyor ama bu işlerin altından kalkamayacağımızı düşünüyordum hiçbir şekilde. Zaten bu durum bile sorduğunuzu o kadar iyi anlatıyor ki spor politikamız yok. Spor politikası bunların her birinin teker teker düşünüldüğü, hiçbir şeyin şansa bırakılmadığı, gerçek bir işleyiş içinde, gerçekten o ülkeye o şehre katkı sağlayacak biçimde inşa edilmeli. Tesis yap sonra yıkarız, tesis yap boş kalsın, bunların hiçbir faydası yok, spora da faydası yok. Türk gençliğine de emanet edilecek bir şey yok zaten, o gelecek sadece organizasyonu kullanacak insanlar için de böyle çünkü amaç edinilmemiş, gerçekten olimpiyatlar alınmak isteniyor muydu acaba? Bence bu çok ciddi ve başka sosyal bilimlerin bir arada incelemesi gereken bir konu, yatırım ile sınırlı değil bunlar yani. Amaç gerçek bir oyunu gerçekleştirmektir, amaç olimpik harekete hizmet etmektir bir yandan da o olimpik ruha ve değerlere hizmet edecek şekilde hem istihdam arttırıcı hem aslında sporcu gelişimine katkı sağlayacak şekilde hareket etmektir. Bunu da hakkıyla başaranlar var örneğin İspanya’da onu da yapmışlar, Barcelona olimpiyatlarından sonra her şey çok iyi gitmiş ama buna hazırlanmış insanlar. İnsanlar buna çalışmışlar ve ne yazık ki şans ve tesadüfe bağlı olmuyor ve ne yazık ki spor politikası olmadığı sürece biz her zaman bir önceki hafta olan PFDK sevk ve kararlarını hala tartışacağız, hala olimpiyatları alamayacağız. Bu arada basketbol federasyonunun bir çekilme kararı da vardı, bir uluslararası olaya yine ev sahipliği yapmak için aday olmuşlardı geri çekildiler. Neden? Bir yandan da işte okuyup anlamadığınız bir şeyin politikasını da üretemiyorsunuz; olimpiyat sadece iç içe geçmiş halkalar değil, bu oluşum insanları yıllardan beri süregelen savaşlardan ayırmış, ateşkese sebep olmuş, dış politikayı idare etmiş, diplomasiyi ortaya koymuş. Spor dediğiniz şey aslında o kadar da 22 adamın bir topun peşinde gidip gelmesi değil, en yüzeysel bakışla böyle söylemek zorunda kalıyoruz tabi ülkenin tabiriyle. Bu yüzden okuyup değerini, felsefesini anlamadığımız bir şeyle ilgili tabi politika da üretemiyoruz. Umarım sıra bizlere geldiğinde böyle olmayacak. Gerçekler acı.

Aysu Melis Bağlan: Bu konularla ilgili okuma yapmaya başladığımda önce tabi yasal düzenlemeleri bir gözden geçirmiştim. Kendi mesleğimizle de birebir örtüştüğü için daha rahat anlayabiliyorum. Mesela düzenlemelere bakıyorum kadın futboluyla alakalı bir işte statü veya talimatlar var. Talimatların amacı kadın futbolunu geliştirmek. Ancak daha ilk maddede, yani amacın açıklandığı maddede teknik adamlardan bahsediyor. Hani kadın futbolunu geliştiriyorduk? Hala teknik direktör diyemiyoruz. Futbol, futboldur zaten. Problem dili dönüştürememekten kaynaklanıyor. Erkeklerin oynadığı yalnızca futbolken bunu kadınlar oynayınca kadın futbolu diyoruz. Bu noktada ben de tüm kamuoyunu erkek futbolu demeye davet ediyorum. Dolayısıyla potanın perisi, filenin sultanı kulağa güzel gelse de tüm bu cinsiyet rollerinin bir yansıması. Bu konuda yürümemiz gereken daha çok yol var. Ama bunları bıkmadan, usanmadan konuşmaya başlamamız ve konuşmaya devam etmemiz gerekiyor. Şunu unutmayalım süreç önce dilde başlıyor. İki metrelik olan, sporculuk hayatı yaşayan, ona göre beslenen ve ona göre kas gücü olan kadınlara peri demeye kalkarsanız çok da ileri gidemezsiniz. Sunucuların ‘Haydi Potanın Perileri’ söylemi yanlış örneğin 12 dev adam diyebiliyorlarsa 12 dev kadın da diyebilmeliler. O zaman erkeklere de potanın cinleri diyelim. Bu gerçekten beni sinirlendiriyor. Bunu ne zaman buradan anlamaya çalışacağız? Çünkü baktığımız zaman kadın sporcuların uluslararası başarıları erkek sporculardan daha fazla. Aslında dünyada yenmedikleri takım kalmamış. Ama yine de biçilen rol gereği potanın perisi kadın oluveriyor. Gerçekten ciddi boyutta bir cinsiyetçilik mevcut ve bu kadınları ikinci planda bırakıyor. Türkiye’de basketbol takımındaki kadınlara potanın perisi demeyen neredeyse hiç kimse yok. Bunu neredeyse bir hediyeymiş gibi ülkeye sunan bir algı operasyonuyla karşı karşıyayız. Bu çok iyi niyetle ve dikkat çekilsin diye yapılmış bir şey olabilir. Ama ne yazık ki bize dayatılan bir düşüncenin sonucu ve zaten toplumsal cinsiyet sıkışması da böyle bir durumdur. Kadınlar, erkekler ve LGBT bireyleri, yani kişi kendisini hangi cinsiyette ifade etmek istiyorsa, insanı o şekilde eşit derecede görmeliyiz. Bir eşitlikten söz ediyorsak elbette toplumsal cinsiyet sıkışması eşit herkes için eşittir. Ama onun dışındakiler ne yazık ki sıkıntılı. Bu yetmezmiş gibi bir de sporla iç içe geçtiğinizde cinsiyetçilik tribünlerde devam ediyor. Yenmeyi yenilmeyi, kazanmayı kaybetmeyi sporda ve iş hayatında hep kadın üzerinden anlatmayı öğrenmişiz. Örneğin topa kız gibi vurulur. O şekilde vurulduğunda o vuruş kötü ve zayıf vuruştur. Ya da kız gibi ağlanır. Çünkü sadece kadınlar ağlar. İşte hepsi bu kadar iç içe. Ne toplumsal cinsiyet ayrımcılığından koparabilirsin, ne spor politikasının olmamasıyla bağdaştırabilirsiniz. Bu durum doğumdan başlayıp bugün gördüğümüz siyasi, ekonomik, sosyolojik alana sirayet etmiş.  Göstergelerden hiçbirini ayıramıyoruz. Neticede hayat da bir bütündür.  Ayrıca bunlara zaten ben bireysel olarak karar vermiyorum. Sen de bireysel olarak karar vermiyorsun, hep beraber yaşıyoruz ve alışıyoruz.  Bana kalırsa değişimin önce dilde başlaması gerekiyor. Çünkü dilde başlamayan bir ilerlemenin yasasını da çıkaramıyorsunuz. Sebebiyse insanların hazır olamayışıdır. Yani ben kadın futbolunu geliştirme talimatına ve statüsüne bakmış olsaydım ve orada dilde de hiçbir sıkıntı görmeseydim, onun yüzde yüz uygulanabilir olduğunu söyleyecek miydik?  Ne yazık ki hayır. Çünkü toplumun hazır olmadığı, daha zamana ihtiyacımız olan konularda, tam tersi eşitliği destekleyeceğimiz yerde potanın perileri dersek hataya düşmüş oluyoruz. Yol alamıyoruz. Çünkü futbol ve kadın futbolu, basketbol ve kadın basketbolu gibi söylemlerle karşılaşıyoruz ve bir eşitsizlik yaratıyoruz. Dolayısıyla ne hukuki düzenlemelerdeki yanlışlığı veya eksikliği, dönüşümü tribünden ayırabiliyorum ne gazete manşetindeki eril dili pankarttan veya bir televizyoncunun ağzından ayırabiliyorum. Bahsettiğim şeylerin hepsi bir bütündür. Herkes durmadan dönüşüme, bulunduğumuz her yerde dikkatli konuşmaya, kadına kadın demeye açık olmalıdır. Ancak daha burada bile sıkıntımız var. Dolayısıyla kadınları var olmaktan ayırmadığımız sürece bu iş çok yavaş ilerlese bile mutlaka evrilecektir.

Aysu Melis Bağlan: Şöyle çalışanlarla övünen spor kulüpleri, çeşitli kurumlar olabilir. Ancak meraklısı döksün bütün federasyonların yönetimlerini bakalım ne görüyor. Kaç tane kadın var oralarda, kaç tane kadın federasyon başkanı var? Hiçbir kulüp başkanı kadın var mıydı bu güne kadar? İleride ben olacağım ama şimdilik yok. Mesela kadın hakemler hala tartışma konusu. Geçen bir kadın spiker maçı sunacaktı, haber oldu. Erkek de kadın da eşittir. Yani ikisi de aynı dili kullanıyorsa, ikisinin de aynı dili kullanarak maçı sunması aynı şeyse neden bu konu bu kadar vurgulanıyor. İkisinin de maçı yönetmesi aynı şey ama bir güne özel olarak yapılıyor. Kadın spiker anlatınca insanlar zevk almayacağını düşündüler. Bunu deneyip, öğrenip, kanıksayacağız. Daha önce hiç kadın spikerden maç dinlemedik ki nereden bilelim sevip sevmeyeceğimizi.

Dolayısıyla bazı çalışanlar artmış olabilir. Örneğin medyada ve belki spor medyasında kadınları görüyor olmak böyle bir algıya sebep olabilir. Ama onun dışındakiler şu an için sadece görüntü arkadaşlar. Oradaki emekçi kadınların, emekçi arkadaşların bireysel savunmaları bireysel direnişleri elbette vardır. Kendi yaşadıklarıyla ilgili, konuyu elbette biliyorlar, elbette buna emek veriyorlar ama bütün bir hayata baktığımız zaman sadece bir görüntü var ortada. Yani onun dışında yönetimde kadınlar yok, sporun karar alıcıları arasında kadınlar yok. Kadınlar sadece cezalı ve boş tribünleri doldurması gereken boş figürler gibi bir durum söz konusu. Bunu unutmayalım. Çünkü daha yakın geçmişten bahsediyoruz ve neticede bunu yaşadık bu yüzden unutmamamız lazım. Ne yazık ki kadınlar da bunu öğreniyorlar. Hâlbuki ben beyaz gömleğimle de maça gidebilirim. Maçı izlemek için ses tonumu hemen kalınlaştırmama gerek yok. Ben bir kadınım ve vücudum da bir kadın vücudu. Dolayısıyla maça giderken herhangi biriyle giderken olduğumdan çok daha özenli olduğum için kimse beni suçlayamaz. Çünkü sevgiliyle kavuşma anında bu kabul edilirken maç anında kabul edilmiyor. Mesela herhangi bir kadınlı erkekli karışık ortamda “o anlar ya o bizden, onun yanında küfür edebiliriz” algısı oluşuyor zaman zaman. Hayır edemezsiniz! Yani etmemelisiniz. Kadın da bu öğrenmiş olduğu şeylerden yavaş yavaş umarım çıkacak. Çünkü öyle olması gerektiğine inanıyoruz. Bir taraftar olmanın veya erkeklerle özdeşleştirdiğiniz herhangi bir şeyin (maç seyretmek, araba kullanmak, güç gerektiren herhangi bir şey yapmak), aslında sadece erkek rolüne tahsis edilmediğini kavrayabilmeliyiz. Evet, bunları böyle öğrendik ama bunları değiştirmek bizim elimizde.

Aysu Melis Bağlan: Dopingle ilgili son geldiğimiz noktada dopingle ilgili bize yol gösteren uluslararası kuruluş WADA. Dopingle mücadele ajansı ve kendi kuralları var. Kurallar her yıl bir ocakta ilan ediliyor. Bunların içerisinde yasaklı maddeler listesi var. Bu işin prosedürü nedir diye kısaca bakmak gerekirse ‘tüm zamanda yasaklı maddeler’, ‘müsabaka esnasında yasaklı maddeler’ gibi ayrımlar var. Spesifik konularda sporcu, doktor raporuyla o ilacı kullanması gerektiğini kanıtlayabiliyorsa yasal çerçevelerde buna müsaade edilen maddeler var. Ama bunun dışında mesela dopingli maddeler de yasak maddeler de her sene ilan edilen şeyler. Prosedür bir yandan böyle işlerken 2009 yılından itibaren biyolojik pasaport uygulaması geldi. Ufak ufak bu tip sıkıntıları ortadan kaldırmak için, anlık ilaç kullanımlarını ortadan kaldırmak için sürekli bir takip uygulanıyor. Bu durumda tüm zamanlarınızda sizin kan değerleriniz üzerinde ki oynamaları araştıran ve oradaki sıkıntılarla, oradaki numunelerle ilgili veri kovalayan sisteme geçilmeye çalışıldı. Bunun daha iyi olduğu söyleniyor. Ama her gelişen teknoloji, her gelişen tıp ve etik arasında müthiş bir yarış var. Mesela şu an gen dopingini anlatamam bile. Tıp ile etik yarışıyor. Yani bilmiyorum laboratuvar ortamında nasıl, neye sebep oluyor. Dolayısıyla kan dopinginin geldiği dönemde takibi de yakalanması da cezalanması da gerçekten çok zor konular. Ama bir yandan da olimpik ruh ve değerlerden bahsederken bir yandan bundan bahsediyoruz. Burada ilk mesele eşit olacaksak o zaman hiçbir şey kullanmadığımız yerde eşit olsak keşke. Neden insanlık olarak o hırsların önüne geçemiyoruz? Yani insanlık tüm dünya üzerinde tüm cinsiyetlerle neden bu hırsın önüne geçemiyor? Keşke hiç kimse kullanmasa ve öyle eşit olabilsek. Çünkü dopingin yasaklanmasının ilk sebebi insan sağlığıdır. İkinci mesele de haksız rekabetin önlenmesi. Yani önce yaşam sonra etik değerler önemlidir. Aslında tıpkı olimpik ruh ve değerler gibi bunların hepsi bir bütün ve rekabette bunu sağlayamadığınız zaman o yarışın da bir anlamı kalmaz. Finale girdiğinizde siz kopya çekmiyorsunuz ama yanınızdaki arkadaşınız kopya çekerek sınıf birincisi oluyor ve hocanızın gözdesi oluyor. Orada şimdi emeğinizin çalındığını hissetmiyor musunuz? Tam olarak o zaman hepimiz çekelim.

Aysu Melis Bağlan: Bizim ülkemizde bir tane özerk federasyon var, yani sportif örgütlenmeye baktığımız zaman iki tür federasyon var. Bir, TFF’nin kendisi ve diğerleri. TFF’nin tek olma sebebi kuruluş kanununda bunun olmasıdır. Ayrı bir kanunla kurulmuştur. Kuruluş kanununda kendisine özerk ve bağımsız olduğunu ifade eden bazı ibareler vardır. Ancak ne yazık ki her uygulamada TFF’nin özerk ve bağımsız olmadığını ispatlayabiliyoruz. TFF tahkim kuruluna gelelim. Zaten en çok bunu konuşuyoruz değil mi? Ve burada kimler var diye baktığımızda TFF’nin özerk bağımsız, kendi kararlarını kendi alabilen, kendi kurullarını kendi oluşturan, yargılamasını kendi yapan ve üstüne yeni bir yere başvurulamayan bu denli ayrı bir üst mahkeme kurmuş bir yerden bahsediyoruz. Sporun spesifikliğini düşünürsek uzman kişilerin hâkimiyeti söz konusu. Bu sebeple devlet eli ile yargılanamıyor. Tahkim kurulu için TFF statüsü var ve bu statünün 61. maddesi tahkim kurulunu düzenler. TFF’nin oluşturduğu hukuk kurulları ailesi tahkim kurulu da dahil olmak üzere uyuşmazlık çözüm kurulu, tahkim kurulu, profesyonel futbol disiplin kurulları, etik kurulu ve kulüp lisans kurullarından oluşuyor. Bu kurulların hepsi hukuk bilgisi olan ve en az beş yıl meslek yapmış avukatlardan oluşmaktadır. Bakıldığında sistem çok iyi düzenlenmiş. Fakat buna rağmen gerekçeli kararları göremiyoruz maalesef. 61.Maddeye geri dönersek tahkim kurulunu düzenlerken açıkça diyor tahkim kurulunun görev süresi yönetim kurulunun görev süresi kadardır. Yani zaten benim görevlendirilmeme karar veren kurulla benim görev sürem aynı. Ben şimdi tahkim kurulundan bir avukat olayım o zaman benim karşıma federasyonun bizzat taraf olduğu bir dosya gelsin. Ben nasıl karar verebilirim ki? Her şeyden önce, en azından dışarıdan hukuki çerçevede baktığımızda, nasıl bağımsız karar verdiğimize inanılabilir? Yani bu bir oradaki meslektaşlara itham ya da iftira anlamı taşımıyor, biz genç hukukçular olarak şu an bir prensip tartışması yapıyoruz. Bir yasal düzenlemenin nasıl daha iyi olabileceğini ve gerçekten özerk olduğunu iddia eden bir federasyonun nasıl özerk çalışabileceğini konuşuyoruz. Ve bunu bulamıyoruz. TFF statüsü kendi statüsüyle, yasal mecra aracılığıyla bağımsızlığın ortadan kaldırılmış durumdadır.  Ortada bir bağımsızlık var ve bu yasal arkadaşlar. Ancak biz her hafta kafasına göre verilmiş bir kararla karşı karşıyayız. O yüzden bize gerekçeli karar sunulmuyor. Ben biraz kendimle dalga geçiyorum. Açıkçası ısrarla gerekçeli karar yazıyorum. İspanya futbol federasyonunda durum böyle değil. Son derece güzel gerekçeli kararlar var orada. Yani her hukukçunun en az bir kere okuması gereken kararlar var. Bunların adı CAS kararları yani İspanya Futbol Federasyonunun gerekçeli kararlardır. Yani ülkemizde de bunu yapmak için hukuk bilgisi üst düzeyde ve iyi hukukçular var. Ama biz sadece bir kuruluş kanunu ve özerklik kisvesi altında bunlara önem vermiyoruz. Dolayısıyla tüm bu şeye baktığımız zaman bütün kavramların iç içe geçtiğini aslında her şeyin bağımsızlık ve tarafsızlıktan ortaya çıktığı bir şey yapıyoruz ve bunların yasal dayanakları var. Bunlar bizim kendi kendimize 2 tane statü maddesinin bir cümlesini okuyup da siz de birbirinize bağlısınız diyebileceğimiz bir durum değil. Türkiye Cumhuriyeti anayasası var. İçerisinde mahkemelerin bağımsızlığı ile hakimlik savcılık teminatı düzenlenir. Bu ne demektir? Her ne olursa olsun mahkemeler bağımsızdır. Hakimlik savcılık teminatı ne demek? Değişen koşullar ne olursa olsun siz emekliliğiniz gelmediği sürece bu görevden sizi kimse kafasına göre alamaz. Yani siz o yargılamayı kendi vicdanınıza göre hukuku tıpkı medeni kanunun bize ilk günden öğrettiği gibi özü ve sözüyle uygulama konusunda hürsünüz. Hukuku uygulayacaksınız anayasamız bunu diyor. Dolayısıyla TFF statüsü anayasaya aykırıdır. TFF kendi kuruluşuyla da aslında FİFA’nın ve UEFA’nın üyesi olduğu için otomatik ve organik olarak oradaki kural ve prensiplere uygun olduğunu taahhüt etmektedir. Ne yazık ki aslında hukuk nerden bakarsanız bakın, evet bazı prensiplerde evrenselliği korumaya çalışsanız da, yerel bir kavramdır. Sadece düşünürken bile çok çelişen durumlar bunlar. Diğer statü ve talimatlar neredeyse FİFA’nın ve UEFA talimatlarının kopyaları niteliğinde sayılır. Önemli olan sizin onları nasıl uyguladığınızdır.

Aysu Melis Bağlan: Bunlar zaten sürecin en başından beri oldukça kargaşaya sebep oldu. Önce Kişiler Verilerin Korunması Hakkında Kanuna muhalefetle, bu kartı almayan herkesin holigan olduğu yaftasıyla, bir yandan da denetim esaslarında gerçekliğe uygun olup olmama kriterlerini sağlayamamakla, reklam filmleriyle vesaire birçok şeyle aslında sınıfta kaldığını söyleyebiliriz bu uygulamanın. Bir yandan da tabi ki daha şubesi olmayan henüz açılmamış bir bankaya sizi müşteri etmeye çalışması aslında durumun olumsuz görünen tarafları. Gerçekten kötü kokular geliyordu. Passolig uygulamasının tartışıldığı yerlerde çok davalar açıldı, çok davalar kazanıldı. Taraftarlar derneği, tüketici mahkemeleri çok aktiftiler o dönemler ama tabi ki bu toplumsal bir direnişle olması gereken bir şeydi ama buna direnilemedi ve passoligler alındı bir şekilde birçok insan tarafından. Bunu artık geçelim, uygulamasına gelelim. Bu zaten geride kalmış bir süreç ama baktığınız zaman yine insanları kaosa veya kargaşaya sürükleyen bir şey olduğu için yine sizin toplumsal diziliminizin uygun olmadığı bir şeyi yapmaya çalışıyorsunuz orada da. Bu insanlar buna hazır değil. Güzelce açıklamadınız ki neyi ne için yapacağınızı, hangi durumda hangi cezanın alınabileceğini, nelerin disiplin talimatı iptali olup nelerin olmadığını. Zaten temel hak bilgisi yönünden oldukça zayıf bir ülkeyiz. Futbol Disiplin Talimatını mı ezbere bilecek insanlar, 6222’nin suç kabul ettiği şeyin unsurlarına mı bakacaklar? Biz merdiven boşluklarını doldurmaktan hala her hafta ceza alan bir ülkeyiz, merdiven boşluklarını boş bırakamıyoruz öyle bakalım. Yani neye hazırız bir yandan da? Dünyanın en iyi uygulaması da olabilirdi ama toplum buna hazır değilse o da iyi bir uygulama olamazdı. Uygulanamadıktan sonra bunların hiçbir anlamı yok. 6222 sayılı yasaya gelecek olursak bu tarz yasaların nasıl yapıldığıyla ilgili konular beni çok felsefî şeylere sürüklüyor. Çünkü düşünün 1300’lü yılların İtalya Şehir Devletleri’nde insanlar yasaları uygulanabilir şeyler için yapmış. Bizim şu an yaptığımız ne? Bir kağıt ve kağıtta yazan kurallar var, bu kuralları biz yaşadığımız olaylara kopyalayıp yapıştırmaya çalışıyoruz. Ama tutmuyor işte. Çünkü hayat yazdığımız gibi yaşanan bir şey değil. Keşke uygulanıp uygulanmayacağını önce deneyip karar versek, ondan sonra yasalaştırsak. Toplumda kabul görüyor mu, uygulanabiliyor mu, caydırıcılık unsuru var mı? Söylediklerim hukuk nosyonu almayan sokaktaki insanların da temenni edebilecekleri şeyler. Yani çok da Einstein olmaya gerek yok, toplum sözleşmesinin kabul ettiği şeyleri uygulamak yaşadığımız zamanlar için sır değil.  Uygulamaya geçersek net olarak bir kere her stat aynı donanımda değil, her statta aynı tespitleri yapamıyorsunuz dolayısıyla her yerde tespit yapılamadığı sürece kanun erken. Yani madem passoligleri aldırdınız, sporda şiddeti önleyeceğini iddia ettiğiniz bir yasa çıkarttınız hatta yasanın adını bile böyle koydunuz ama hala maça gelmemiş insanı cezalandırıyorsunuz. Dergiyi okuyanlara soruyorum bu konuyu neresinden tutacaklar?

Aysu Melis Bağlan: Ağırlıklı olarak gelen şeyler çok çarpıcı olmamakla beraber bu alanla ilgili tavsiyelerim ve küfür veya herhangi bir sebeple müsabakaya girmesi engellenen 6222 sayılı yasadan ceza alan kişilerin o süreci nasıl yönetecekleri ile ilgili oluyor. Çünkü maça gitmeyip maç saatinde orada olmadıklarına dair karakola imza vermeye gitmeleri gereken bir süreç yaşanıyor. Tam olarak neyin ne olduğu, bu cezanın nasıl indirilebileceği gibi durumlarla ilgileniyorum. Bazı değişik sporcu soruları da geldi bu arada. Tabi ki meslek etiğimiz gereği branşlara ve isimlere girmeyeceğim ama bir branştan küçük bir genç kızın abisi yazmıştı bana, milli bir sporcunun cinsel istismar meselesi vardı ve beni hiç tanımadığı halde bunu bana yazmak zorunda kalan abiyi unutamıyorum. Kim olduğumu bilmiyor, ne olduğumu bilmiyor sadece bir sosyal medya hesabı var ve benim orada yansıttığım kadarıyla bir hayat var. Kim olduğumuzu, neşemizi, üzüntümüzü, her şeyimizi kontrol edebiliyoruz. Düşünün o kadar çaresiz ve kime anlatacağını bilmiyor ki! Sanırım bu olayın üstüne bir şey geçemeyecek.

Aysu Melis Bağlan: Güzel soru ve gerçekten de öyle olmuş. Siz istediğiniz yasaları yapın bir uygulamayla hayatınız değişir. Bütün söylediklerimi doğrulayan bir şey aslında bu sorunun cevabı. İstediğiniz kadar yasalar koyun, kurullar toplayın, göz yaşartıcı cümleleri arka arkaya getirin. Gerçek bir mücadele, gerçek bir arayış; gerçek bir kuralın doğmasına sebep olmuş. Çünkü yıllarca Avrupa Birliği hukuk çerçevesinde uygulanan sadece malın ve hizmetin serbest dolaşmasından ziyade artık emeğin, insanın serbest dolaşma fazını neredeyse birinci dereceden dünyanın en ilgilendiği konu olan futbolla harekete geçiren bir şey olmuş. Konuya çok boyutlu bakmak mümkün. Bu konuyla ilgili Fitbol’da Aralık 2017’de bir yazı yazmıştım, okunabilir.

Aysu Melis Bağlan: Teknik olarak video hakemin ne yapıp yapmayacağından ziyade uygulama konusunda gerçekten iki üç kelam etmek istiyorum. Bu iş Türkiye temelli değil. Yani video hakemi Türkler bulmadı, Türkiye’de ilk olarak uygulanmaya başlamadı ve sorumluluğu bize ait değil. Hukuki sorumluluğu dünya futboluna ait. FİFA, bu işin başında çeşitli milli maçlarda uygulamaya başlandı hatta ilk olarak bir milli müsabakada uygulanmıştı. Bu iş bir gün uyudum uyandım video hakem geldi yarın denmiyor. Neden, çünkü bunu doya doya tartışmamız bütün eksiklikleri bütün fazlalıkları her şeyi kritize edip ondan sonra ‘tamam bizim buna ihtiyacımız var çünkü dünya futbolunun buna ihtiyacı var’ diyebilmeliyiz. Ancak böyle yardım sağlanabilir çünkü neyi kazandırır neyi kaybettirir bir izin verin de tartışalım. Hemen bir kural koyup buna bütün dünyanın uyum sağlamasını beklemek insanlığa ve hukuka aykırı değil mi sizce de? İşte biz her gün bunu yaşıyoruz bu ülkede. Şimdi geldiğimiz noktada biz her hafta bir küfür vakası tartışmak zorunda kalıyoruz. Hakemin önünden mi küfretti, hakemin arkasından mı küfretti, hakemin karşısından mı küfretti, diagonal mı küfretti… Bu kadar saçma küfür olayını bile tartışıyorsak bu ülkede ben bırak video hakem, robot hakem de istiyorum. En azından küfrü kodlarsın, edince kırmızı yanmaya başlar. Bütün bu çoğu gerçek olabilecek şakalar bir yana video hakem meselesi ülkede ve dünyada çok istihdam kapısı açacak. Bütün emekli hakemlerin bilgisayar başına geçeceği ben bilmem kaç yıllık hakemim diye atıp tutabileceği çok ciddi hareket getirecek bir şey bir yandan da. Şöyle de bir soru soruyorum içimden bu kadar büyük bir endüstrinin tıkandığını ve yeni bir tartışma konusu aradığını da düşünebilir miyiz? Tartışmaya açık bırakalım bunu.

Aysu Melis Bağlan: Şimdi bunu biz yıllarca yapamamışız ki herhalde en azından ben bu alanla ilgilenmeye ve çok ciddi şekilde takip etmeye başladığımdan beri UEFA zaten gel diyor, kulüplerle birer birer sözleşmeler yapıyor. Hatta çok da iyi niyetli de davranıyor bir yandan, çünkü denk hesap. UEFA mesela Finansal Fair Play kriterleriyle neyi hedefliyor, ne demek istiyor kulüplere, amacı ne bu kriterlerin; gelirin giderine denk olacak diyor en basit ifadeyle. Çünkü mesela eski zamanlarda bir transfer dönemindeyiz ve bir futbolcu alınacak ama çok bütçe  istiyoruz diyoruz, tamam diyor bir yönetici “Ben veriyorum diyor parasını, kulüp sonra bana versin.” hep Türk işi halledilmiş bizde işler. Dünyanın birçok yerinde de böyle, dolayısıyla bu tip amatörlüklerden kurtulun artık diyor. Bu kadar sponsorluklar, gelirler, transfer gelirleri giderleri, bir ton şey var bu işin içinde. Bu ekonomiyi ne zaman yönetmeyi düşünüyorsunuz diyor. Ölmeden yönet bunu diyor insanoğlu. Haklı çünkü bu sadece bir transferin yapılıp yapılmamasıyla alakalı değil, maaşların zamanlı ve düzenli ödenmesi, prim hukuku, aynı şekilde kulübün kendi aldığı politikalar gereği yapacağı harcamalar, kısacağı harcamalar hep denk hesap kriterini sağlamak için. Aslında büyük fotoğrafa baktığımız zaman bunu yapamazsanız diyor, ben uluslararası kriterleri koydum, sizinle de tek tek sözleşme yaparım, sizi periyodik şekilde incelerim, sözleşme sonu geldiği dönemde de tekrar bu işlere bakmak suretiyle bu işlere bakarız diyor. Aslında şu anda da bunları konuşuyoruz, o sözleşmeye uygun olunca seviniyoruz sözleşmeye göre kriterleri sağlayıp sağlamıyor diye. Hukukçular olarak hiç bu alanla ilgilenmeyen ama gözü bu röportajın bu sorusuna ilişenlere söyleyelim: bilirkişi incelemesine benziyor aslında, çünkü biz bu ülkede bir sabah bir uyanıyoruz Galatasaray’a transfer yasağı… Bu bir günde olmadı ki, Galatasaraylı bunu zaten biliyordu, o yönetim bunu zaten biliyordu. Nasıl büyük şirketler müşavirlerle çalışırlar, mali kriterleri yerine getirmeye çalışırlar, defterleri tutulur bu işlerin ve sır değildir. Haklarında dava açıldığında da bilirkişi incelemesi giderler, defterleri alınır, muhasebe hukukuna haiz kişiler buna bakarlar bir güzel. Bu da aynı şekilde bilirkişi incelemesiyle olur, tabii ki denk gelmese de bir inceleme söz konusu ama bu zaten kağıt üzerinde yapılıyor ve birden “merhaba maliyeden geldik” diye bir şey olmuyor. Bu zaten periyodik bir kontrol, tüm zamanlarda sizden bir denk hesap isteniyor çünkü, kontrol zamanları değil. Dolayısıyla bu şekilde somutlaştırmak mümkün, bunların da yasal dayanağı var zaten, yani UEFA canı sıkılınca birilerini denetlemiyor. Aslında çok rutin ve nabzı düşük meseleler ama tabii ki bir günde denk hesaba gelemez bütün kulüpler de, bu da bir gerçek. O yüzden zamana ihtiyaç var. İşte şu an zaten otomatik evrensel düzenlemeyle gittiği için bence yeterli değil ama uygulamada yüzde yüz denk hesapta olan kulübümüz yok ülkede. Biraz zamana ihtiyacımız var bu konuyla ilgili.

Aysu Melis Bağlan: Önce bu alanla ilgili veya ilgisiz herkese kendisi gibi olmayı tavsiye ederim. Kişilerin birbirinden farklı hayalleri olacaktır, başka biri başka bir işi kimsenin öngörmediği bir şekilde gerçekleştirebilir, ben şu an sizlerle beraberim sizin yaşınızdaki insanları kaldırıp benim yanıma getirecek bir şey benim için inanılmaz gurur verici bir şey. Her şey bir yana genç insanları bir şeye ikna etmek veya genç insanların sizi konuşulmaya değer görmesi… Aramızda çok yaş farkı yok ama yine de hatırı sayılır bir yaş farkı var önemli bir tarih farkı var aramızda, yaşadığımız yaşların da ağırlığı gereği. Çünkü bu yaşlarda çok yoğun yaşıyoruz her şeyi çok gerçek çok yetişkin yaşıyoruz o yüzden önemi var o yaş farkının, benim için en kıymetli şey bu. Herkesin veya hayatla derdi olan bazılarının böyle bir şeyi tatmasını isterim öncelikle. Size verdiğiniz kıymet için  teşekkür ederim, siz bunu önemsemeseniz siz bunu merak etmeseniz bunların da hiçbir anlamı yok aslında baktığınızda, dolayısıyla bu karşılıklı bir alışveriş. Tavsiye konusuna geldiğimde ben ilk başladığım zaman veya ilk bu alanla ilgilenmeyi düşündüğüm zaman yanımdaki meslektaşlarımı dinleseydim buna asla başlayamazdım çünkü herkes dalga geçiyordu. Bazı şeylerin karşılığı para değil, bazı şeylerin karşılığı o işin hukukunu yapmak bile değil, ben bu sebeple sizin karşınızdayım hani siz beni x yerin avukatı olarak bilmiyorsunuz, benimle x kulübün avukatı olarak görüşmüyorsunuz demek ki her şey bunlar değil. Demek ki hayatta bir dert sahibi olmak, onu açıklamak, bir söylem geliştirmek, bir konuda düşünmekte direnirseniz sizin anlaşılacağınız bir yere gelebilir ve buna değer. Bu yüzden önce sizlere sonra herkese kendi gibi olmasını tavsiye ediyorum çünkü bu farkındalık çok yüksek ve çok iyi bir farkındalık, bu yaşta bu sıralardayken borçlar hukuku, usul hukuku notunun peşine düşmek yerine böyle tanışıklıklar hayatta sizi her zaman beş sıfır öne geçirecek. Çünkü siz artık her yerde beni telefonla bulabilecek durumdasınız benim gibi röportaj yaptığınız birçok insanlarla alakalı canınız bir gün bir yerde olmak istediğinde o insanları arayabilecek durumdasınız herkesin kendi kapsama alanı kadar. Hep derslerde anlatırlar ya şu sıfır şu sıfır şu sıfır ama siz işte gerçek bir insan olduğunuzda başına bir koyuyorsunuz ve aslında hayat başka bir hale geliyor tam olarak. Tutturduğunuz yoldan ayrılmayın, kendiniz olun ve vazgeçmeyin çünkü sizin için en iyisini yine siz bilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir