ESKİ YUGOSLAVYA VE RUANDA ASKERİ CEZA MAHKEMELERİ

Yazar: Tuna Özabuş

Editör: Alper Arslantaş

A. Mahkemelerin Kuruluşu

Eski Yugoslavya ve Ruanda Askeri Ceza Mahkemeleri’nin kuruluşundan önceki geçmiş dönemlerde de galip tarafın yenilen tarafı savaş suçlusu olarak kabul ettiği kişileri – özellikle devlet adamlarını – sorguya çekmesine ve cezalandırmasına rastlanmaktaydı. Ancak devletin ceza sorumluluğu yerine kişilerin ceza sorumlulukları I. Dünya Savaşı sonunda gündeme gelmiş ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu fikir güçlenmiştir.

Bu bağlamda Versay Sözleşmesi ile girişimler başladı. Savaş Yetkililerinin Sorumlulukları ve Cezaların Uygulanması adlı bir soruşturma komisyonu kurulmuşsa da komisyonun elde ettiği bilgi ve bulgular kişileri kesin şekilde bağlayıcı nitelikte değildi.

Versay Antlaşması’ndan sonra gündeme gelen bir diğer gelişme Uluslararası Adalet Mahkemesi kurulmasının teklif edilmesi oldu fakat Milletler Cemiyeti Güvenlik Konseyi bunu çeşitli sebeplerden ötürü gereksiz bir girişim olarak değerlendirdi. Daha sonra yine çeşitli girişimler olmuşsa da dünyanın içinde bulunduğu parçalanmışlık bu yolda büyük bir engeldi.

Nihayet II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle savaş suçlarının ve suçlularının soruşturulmasına duyulan ihtiyacın kaçınılmaz olduğu ortaya çıktı ve bunun sonucu olarak Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Ceza Mahkemeleri kuruldu. Burada önemli olan husus şudur: Her iki mahkemenin kuruluşunda da mahkemelerin oluşumu ile ilgili sözleşmeye mağlup devletler katılmadığı gibi yargılama faaliyetlerine de iştirak ettirilmediler.

1993 yılına gelindiğinde ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanan insan hakları kavramının da etkisiyle Birleşmiş Milletler Şartı’nın 7. bölümüne[1] uygun olduğu ileri sürülerek (Nitekim BM Şartı 7.  bölümde savaşa başvurmayı, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanmayı yasaklamış; uyuşmazlıkların barışçıl yolla çözümlenmesine işaret etmiş ve barışın tehdidi, bozulması ve saldırı fiilleri durumunda yapılacak işlemler ve alınacak önlemleri düzenlemiştir.) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi; 1994 yılında ise Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu. Bu gelişmelerden sonra sürekli bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması düşüncesi 17 Temmuz 1998 yılında imzalanan Roma Anlaşması ile hayata geçirilerek Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu.[2] [3]

B. Mahkemelerin Gelişimi

Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1993 yılında eski Yugoslavya ülkesindeki 1 Ocak 1991 yılından itibaren insan haklarını ağır şekilde ihlal eden suçların soruşturulması ve kovuşturulması amacıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile kurulan ad hoc nitelikteki yani kuruluş sebebinin ortadan kalkması ile sona eren, geçici nitelikteki uluslararası ceza mahkemesidir.

Mahkemenin kuruluş amacı soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş hukuku ve geleneklerinin ve 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ihlallerini işleyen bireylerin cezai sorumluluklarına karar vermektir.

Mahkemenin kurulmasının esas nedeni ise Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ndeki olayların uluslararası barış ve güvenliği bozması olarak gösterilmiştir. 1991-1994 yılları arasında Eski Yugoslavya’da 250.000 kişi ölmüş, 2 milyondan fazla kişi ülkesinden uzaklaştırılmıştır. (1991 yılından 1995 yılına kadar devam eden çatışmalarda büyük çoğunluğu Sırplar tarafından işlenen en az 250.000 ölü, en az o kadar da yaralı ve sakat 1,8 milyon etnik temizlik amacıyla yerinden yurdundan sürülerek mülteci durumuna düşürülen insan, 100.000’i aşan kişinin toplama kamplarında işkence ve insanlık dışı muameleye tabi tutulması, 50.000’i aşan Boşnak kadının ırzına geçilmesi, çok sayıda tarihi eserin okul, kütüphane, hastane gibi sosyal tesislerin tahrip edilmesi, birçok şehir, kasaba ve köyün bombalanarak, yakılarak tahrip edilmesi savaşın esaslı bilançosudur.)[4]

Eski Yugoslavya’da savaşın başlamasında, ülkenin tarihten gelen milliyet, dil, din, kültür açısından parçalı yapısının etkisi büyük olmuştur. Mahkemenin yargılama aşamasında, insanlığa karşı suç kategorisine dahil edilen “etnik temizlik” adı altında yeni bir suç adlandırılmasına da sebep olan etnik yapıya baktığımızda; Sırplar, Hırvatlar, Slovenler, Karadağlılar ve Boşnaklar’ın Slav kökenli olduklarını görürüz. Ayrıca Arnavutlar, Macarlar, Bulgarlar, Çekler, Çingeneler, İtalyanlar, Romenler, Rutenler, Slovaklar ve Türkler de milliyet olarak kabul edilmiştir.

Nitekim Yugoslavya Devlet Başkanı sosyalist Tito’nun kurduğu dengeyi, ilk kez Sırbistan Cumhuriyeti bozmuştur.  Slovenya 25 Haziran 1991 yılında tek taraflı olarak Yugoslavya Federasyonundan ayrıldığını beyan etmiş ve bağımsızlığını duyurmuştur. Bu kararın ardından Federal Ordu ile Slovenya silahlı birimleri arasında çatışmalar başlamıştır. Yine aynı gün – 25 Haziran 1991- Hırvatistan bağımsızlığını ilan etmiştir. En yoğun insan hakkı ve uluslararası insani hukuk ihlalleri Bosna-Hersek’te yaşanmıştır. Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da, Nisan 1992’den 1993 yılı başına kadar geçen sürede 8 bin kişi hayatını kaybetmiş, 14 bini ağır olmak üzere 50 bin kişi yaralanmıştır. Prezer kentinden 5 bin Boşnak sürülerek çıkarılmıştır. Daha sonra bu devletler de kendi aralarında kanlı bir mücadeleye girişmişlerdir. 18 Ekim 1991 tarihinde ise Makedonya bağımsızlığını ilan etmiştir. 27 Nisan 1992 yılında Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetleri Federasyon olarak birleşmişler fakat daha sonra Karadağ Cumhuriyeti 2006’da bağımsızlığını ilan etmiştir.

Yugoslavya’nın dağılma sürecini önceleri endişeyle takip eden ve etnik, siyasi ve ekonomik sebeplerle prensip olarak bağımsızlığa taraftar olmayan ancak Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılmasından sonra büyük Sırbistan hayallerinin hâkim olduğu yeni Yugoslavya’da Sırplar tarafından asimile olmak endişesi sebebiyle 1991 yılında Bosna Hersek parlamentosu da Müslüman ve Hristiyanların oy çokluğuyla bağımsızlığını ilan etti. Nisan 1992’de AB’nin ve ABD’nin Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ni bağımsız devlet olarak tanıması üzerine yeni Yugoslavya ve Sırpların tepkisi ise Bosna Hersek Cumhuriyetine topyekün bir saldırı ile karşılık vermek oldu. Sırplar işgal ettikleri (Bosna-Hersek topraklarının %70’i) yüz binleri aşan müslüman Boşnakları zorunlu göçe tabi tutarak kurmuş oldukları toplama kamplarında binlerce müslüman Boşnağı işkence ve insanlık dışı muameleye tabi tutarak binlerce müslüman Boşnak kadının ırzına geçerek, on binlercesini katlederek insanlık tarihinde az rastlanan bir vahşet sergilediler. Hırvatlar da zaman zaman müslüman Boşnaklara yönelik katliam ve etnik temizlik hareketine destek verdiler.

Nihayet BM’in yardımları, Bosna-Hersek ordusunun kendisini toparlayarak yaptıkları başarılı harekâtlarıyla kaybettiği toprakların önemli bir bölümünü geri alması, Hırvatistan’ın da Batı Karajina bölgesini Sırplardan kurtarması ve BM adına NATO güçlerinin hava saldırıları Sırpları 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton (ABD) Barış Antlaşmasını imzalamaya mecbur bıraktı.

Tüm bu olanların sonucunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 827 S/RES/827 (1993) Sayılı ve 25 Mayıs 1993 Tarihli Kararı ile Eski Yugoslavya ile İlgili Uluslararası Ceza Mahkemesi “International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia-ICTFY” kurulmuş ve Mahkemenin çalışma esas ve usullerini belirleyen Statü, Güvenlik Konseyi kararının eki olarak kabul edilmiştir.

Ruanda’da ise durum pek farklı değildi. Orta Afrika’da yoksul bir ülke olan Ruanda önce Almanya’nın sonra Belçika’nın sömürgesinde oldu. Ülkede Tutsiler ve Hutular olarak iki esas halk sınıfı bulunuyorsa da başlarda bunlar arasında etnik bir farklılık mevcut değildi. 1930’ların başında Belçika otoriteleri Ruanda halkını üç etnik gruba ayırdı. Bunlar nüfusun % 84’ünü oluşturan Hutular, % 15’ini oluşturan Tutsiler ve % 1’ini oluşturan Twalardı. Bu ayrım ile birlikte Ruanda’da yaşayan herkes etnik kökenini gösteren bir kimlik taşımak zorunda bırakılmış oldu. Avrupalı sömürgecilerin dış müdahaleleriyle ülkede güç dengeleri sürekli değişti. 1956 yılında Birleşmiş Milletler’in de baskısı ile Belçika Ruanda’sında seçim düzenlendi. Bağımsızlık umudu taşıyan Tutsiler bu süreçte, nüfus çoğunluğunu oluşturan Hutular’ın iktidarı ele geçireceklerini anladılar; Hutular ve Tutsiler arasındaki çatışma kaçınılmaz hale geldi. Hutular ve Tutsiler arasındaki çatışma 6 Nisan 1994’te Ruanda ve Burundi’nin devlet başkanlarının bir uçak kazasında ölmesiyle, soykırım teşkil eden bir katliama dönüştü. 1994 yılının Nisan ve Haziran ayları arasında, verilen en düşük sayıya göre 500 bin, en yüksek sayıya göre 1 milyon Tutsi, kadın-çocuk ayrımı yapılmadan öldürülmüştür.

Bu olayların sonucunda da 8 Kasım 1994’te BM Güvenlik Konseyi’nin 955 sayılı kararı ile Ruanda soykırımından ve Ruanda’daki diğer ciddi uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak amacıyla Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu.

C. Mahkemelerin Hukuki Dayanağı-Hukuka Uygunluğu Tartışmaları

Güvenlik Konseyi 827 sayılı kararında “Milletlerarası bir ceza mahkemesinin kurulmasının özel bir tedbir olarak eski Yugoslavya topraklarında milletlerarası insani hukukun ağır ihlallerinden sorumlu olanların cezai kovuşturmaya tabi tutulacağını ve bunun da barışın yeniden tesisine katkı sağlayacağını” belirterek Mahkeme’nin kuruluş amacını açıklamaya çalışmıştır. Güvenlik Konseyi’nin bu gerekçesi tatmin edici bulunmamış ve BM Sözleşmesi’nin VII. bölümüne dayanarak Milletlerarası Ceza Mahkemesi kurulması bazı devletlerce tereddütle karşılanıp literatürde de eleştiriye uğramıştır. Hiçbir devletin yargı yetkisini BM veya onun bir organına devretmemesine, BM Genel Kurulu’nun milletlerarası bir kanun çıkarma yetkisinin olmamasına rağmen, Güvenlik Konseyi’nin barışın tehdidini tespit ederek BM Sözleşmesi’nin VII. bölümüne dayanarak bütün devletler için bağlayıcı kararlar alma yetkisinin BM Sözleşmesi’nden çıkarmanın mümkün olmadığı iddia edilmiştir.[5]

Güvenlik Konseyi’nin bir kararla Milletlerarası Ceza Mahkemesi kurmasına yönelik eleştiriler bir yönden haklı görülebilirse de Birleşmiş Milletler’in 1946 yılından beri milletlerarası daimi bir ceza mahkemesi kurulması yolundaki çalışmalarından bir sonuç alınamaması, Bosna–Hersek topraklarında Müslümanlara yönelik büyük çoğunluğu Sırplar tarafından işlenen vahşi savaş ve insanlık suçlarının faillerini yargılayacak bir mahkeme kurulması dünya kamuoyu önünde güvenilirliğini kaybeden BM ve onun organları için zorunlu bir çözüm yolu olarak görünüyordu.

Tüm bu tartışmalar bir yana Güvenlik Konseyi BM Sözleşmesi’nin 41. maddesine dayanarak milletlerarası barışın tehdidi veya ihlali halinde askeri müdahale gibi çok daha etkili zorlayıcı tedbirleri alabilirken muhtemelen bundan daha hafif bir tedbir olan savaş ve insanlık suçlarına karşı cezai kovuşturma için gerekli tedbirlerden olan mahkeme kurma yetkisinin olmadığını kabul etmek hukuk mantığına ters düşecektir.

D. Mahkemelerin Teşkilatı

Eski Yugoslavya Askeri Ceza Mahkemesi’nin ve aynı zamanda Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin organları kuruluş statüsünde Daireler, Savcılık Makamı ve Yazmanlık Makamı olarak sayılmıştır.

Daireler ilk derece mahkeme niteliğinde olan Yargılama Daireleri ve istinaf mahkemesi niteliğinde olan Üst Yargılama Daireleri olarak ikiye ayrılır.

Savcılık Makamı 1 Ocak 1991 tarihinden itibaren Eski Yugoslavya ve Ruanda ülkelerinde işlenen uluslararası insani hukukun ciddi şekilde ihlalinden sorumlu kişilerin soruşturulması ve kovuşturulmasından sorumludur. Savcılık, Uluslararası Mahkeme’nin bağımsız bir organı olarak ayrıca düzenlenmiştir. Herhangi bir hükümetten ya da diğer kaynaktan emir almaz. Savcının denetimi söz konusu değildir. Savcının bağımsız davranma yetkisi mutlaktır. Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi bağımsız savcılık kurumunun varlığı nedeniyle uluslararası mahkemelerin ilk örneğidir.

Yazmanlık Makamı ise Uluslararası Mahkemenin idaresinden ve hizmetinden sorumludur. Yargıçların ve diğer çalışanların özlük işleriyle ilgilenmektedir.

E. Mahkemelerin Yargılama Yetkisi

EA. Kişi Bakımından

Statü’nün 1. maddesinde Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nin milletlerarası insani hukukunun ağır ihlallerinden sorumlu olan kişileri yargılamakla yetkili olduğu belirtilirken burada sadece gerçek kişilerin cezai sorumluluğu kastedilmekte, tüzel kişilerin milletlerarası hukuka göre cezai sorumluluğu Statüye dahil edilmemekte ve devletin milletlerarası hukuku ihlalden doğan sorumluluğu ile kişilerin devletlerarası ceza hukukunu ihlalden doğan cezai sorumluluğu birbirinden açıkça ayrılmaktadır.

Ayrıca Statü’nün 7. maddesinin 2. bendinde ‘’ Herhangi bir sanığın resmi görevi, ister devlet başkanı veya hükümet başkanı olsun, isterse hükümette sorumlu bir makam sahibi olsun, onun ceza sorumluluğunu azaltamaz ve cezayı ortadan kaldıramaz.’’ denilerek devlet organları ve yetkililerin sahip oldukları makamlarının dokunulmazlıklarına sığınarak devletlerarası ceza hukukunun sorumluluğundan kurtulamayacakları açıkça belirtilmektedir. Ek olarak 7. maddenin 4. bendinde de ‘’ Bir sanığın, hükümetin veya yetkili amirinin emri üzerine fiili işlemiş olması gerçeği, ilgilinin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmaz; ancak Milletlerarası Mahkemenin tespitine göre hakkaniyetin gerektirdiği hallerde bu durum cezayı hafifletici sebep olarak dikkate alınabilir.’’ denilerek sanığın amirinin emri ile fiili işlemiş olmasının, onun cezai sorumluluğunu kaldırmayacağı ancak cezayı hafifletici bir sebep olarak kabul edilebileceği belirtilmektedir. Bu maddelerle Nürnberg ilkeleri bir kere daha tekrarlanmaktadır.[6]

EB. Konu Bakımından

Uluslararası Mahkeme, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ağır ihlallerini, savaş hukuku veya gelenek ihlallerini, soykırım ve insanlığa karşı suçları yargılamaya yetkilidir. Statü’nün 1. maddesinde mahkemenin genel yetkisi ‘milletlerarası insani hukukun ağır ihlali’ olarak belirtildikten sonra 2-5. maddelerinde düzenlenen bu suçları planlayan, hazırlayan, kışkırtan, emreden, işleyen ya da planlanmasına, hazırlanmasına, gerçekleştirilmesine başka türlü yardım veya teşvik eden bireylerin o suç için bireysel olarak sorumlu olduğu ifade edilmektedir.

Esasında Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş aşamasındaki en önemli problemlerden biri mahkemenin uygulayacağı hukuk yani hangi suç fiillerini yargılayacağıydı. Hukukun genel ilkelerinden biri olan “sanığın yargılanacağı suç fiillerinin suçun işlendiği anda hukuk normu olarak yürürlükte olması” prensibinin (nullum crimin, nulla poena sine lege) uygulanması kabul edilmekte böylece Nürnberg ve Tokyo Askeri Mahkemeleri için özellikle barışa karşı işlenen suçlar açısından haklı olarak bu kuralın ihlal edildiği itirazının, Güvenlik Konseyi tarafından da ihlal edildiği yönündeki eleştiriler bertaraf edilmek amacı güdülmektedir.

1. 1949 Cenevre Sözleşmelerinin Ağır İhlalleri: Milletlerarası Ceza Mahkemesi Statüsü’nde belirtilen Cenevre Sözleşmeleri şunlardır:

   1) Harp Halindeki Silahlı Kuvvetlerin Hasta ve Yaralılarının Vaziyetlerinin Islahı için 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi

   2) Silahlı Kuvvetlerin Denizdeki Hasta, Yaralı ve Kazazedelerinin Vaziyetlerinin Islahı için 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi

   3) Harp Esirleri Hakkında Tatbik Edilecek Muameleye dair 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi

   4) Harp Zamanlarında Sivillerin Korunması için 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi.

Statü’nün 2. maddesinde önce ilgili Sözleşmeler zikredildikten sonra, 3 no’lu Cenevre Sözleşmesi’nin 130. maddesi ile 4 no’lu Cenevre Sözleşmesi’nin 147. maddesinde belirtilen suç fiillerine benzer bir suç fiilleri listesi sıralanmaktadır. Burada zikredilen suç fiilleri şunlardır: Kasten adam öldürme, işkence ve gayrı insani muameleler, biyolojik deneyler, kasten ağır ıstırap verme ve vücut bütünlüğünün ağır ihlali, askeri zaruretin haklı kılmadığı büyük çaplı yağma ve tahribat, savaş esirlerine karşı cebir kullanılması, savaş esir ve sivil şahısların adil yargılanma haklarının ortadan kaldırılması, sivil şahısların sürgün edilmesi, tehcir edilmesi veya hapsedilmesi, sivillerin esir alınmasıdır.

2. Savaş Hukuku veya Geleneklerinin İhlalleri: Statü’nün 3. maddesi savaş hukuku kurallarını, özellikle 1907 tarihli La Haye Harp Kanunları ve Teamülleri hakkındaki Sözleşmeleri ihlal edenlerin cezalandırılmasına ilişkindir. Savaş hukukunun kodifikasyonu yolunda atılan çok önemli bir adım olan ve milletlerarası hukukun pozitif kuralları olarak kabul edilen bu sözleşme hükümleri, savaş esirlerine insani muamele yapılmasını emretmekte ve bazı savaş metotlarını yasaklamaktadır. Statü’nün 3. maddesinde ise sınırlı olmamak kaydıyla şu fiiller savaş hukukunun ya da geleneklerinin ihlallerini içerir: Zehirli gaz ya da gereksiz acı vermeye yönelik diğer silahların kullanılması; köy, kasaba ve şehirlerin gereksiz yere yıkılması ya da askeri gereklilik olmaksızın tahribi; savunmasız kasabalara, köylere, konutlara ve binalara herhangi bir yolla saldırılması ya da bombalanması; din, yardım ve eğitim kurumlarına, tarihi anıtlara, bilim ve sanat çalışmalarına kasten zarar verilmesi ya da tahrip edilmesi; kamusal ve özel malların yağmalanması.

3. Soykırım (Genocid): Statüde soykırım suçu, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine uygun olarak düzenlenmiştir. Statü’nün 4. Maddesinde de tanımlandığı üzere soykırım; milli, dini, ırkı ya da etnik bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmek kastıyla işlenen eylemlerden birisidir: Grup üyelerini öldürmek, grup üyelerine ağır bedensel ya da zihinsel zarar vermek, grubu tamamen ya da kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam koşullarını kasten değiştirmek, grup içinde doğumları önlemek niyetiyle tedbir almak, gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek vs.

Şu eylemler ise cezalandırılır: Soykırımda bulunmak, soykırımda bulunmak için iş birliği yapmak, soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak, soykırım işlemeye teşebbüs etmek, soykırıma iştirak etmek.

4. İnsanlığa Karşı Suçlar: İnsanlığa karşı suçlar, Statü’nün 5. maddesinde sınırlı olmayacak şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; herhangi bir sivil topluluğa karşı uluslararası ya da dâhili nitelikte silahlı çatışma sırasında işlenen; adam öldürme, toplu öldürme, köleleştirme, sürgün, hapsetme, işkence, tecavüz, siyasi, ırksal ya da dini temelde zulüm, diğer gayri insani fiilleri soruşturma ve kovuşturmaya Mahkeme yetkilidir.

İnsanlığa karşı suçların maddi ögesi, sivil bir topluluğa karşı geniş ya da sistematik bir saldırının parçası olarak sayılan eylemlerden birini gerçekleştirmek, manevi ögesi ise bu saldırıya katıldığını bilmektir. Soykırım suçunun bu suçtan ayrılan yönü de manevi unsur noktasındadır. Soykırım suçu için failin belirli bir grubu yok etme kastı aranır.

EC. Yer Ve Zaman Bakımından:

Ad Hoc bir mahkeme olarak kurulan Milletlerarası Ceza Mahkemesi yer ve zaman bakımından sınırlı bir yetkiye sahip olarak düzenlenmiştir. Gerçekten Statü’nün 1. maddesinde belirtildiği üzere Milletlerarası Ceza Mahkemesi 1 Ocak 1991 tarihinden itibaren eski Yugoslavya topraklarında işlenen suçları yargılamakla yetkili kılınmaktadır. Bu, Eski Yugoslavya ülkesinde, 1991 sonrası kurulan bütün yeni devletlerin yani Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Sırbistan, ve Eski Yugoslavya Makedon Cumhuriyeti’nin kara, hava ve deniz ülkesinde 1 Ocak 1991 tarihinden itibaren işlenen ve işlenebilecek olan suçları yargılama yetkisine sahip olduğu anlamına gelmektedir.

F. Uluslararası Mahkemenin Ulusal Mahkemelerle Arasındaki İlişki Ve Mahkemenin Verebileceği Cezalar Ve Cezaların İnfazı Ve Milletlerarası Ceza Mahkemesiyle İş Birliği Ve Adli Yardımlaşma

Statü’de, ulusal mahkemelerin, Uluslararası Mahkeme ile yetkilerinin yarıştığı hallerde, Uluslararası Mahkemenin yetkisinin üstünlüğü kabul edilmiştir. Milletlerarası Ceza Mahkemesi ile milli mahkemelerin aynı anda yargılama yetkisine sahip olması öngörülmekteyken Milletlerarası Ceza Mahkemesi ile milli mahkemeler arasında çıkabilecek yetki ihtilafını 9. Madde, Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nin milli mahkemelere göre öncelikli yargı yetkisinin olduğunu belirterek gidermektedir.

9. maddenin 2. fıkrasına göre Milletlerarası Ceza Mahkemesi “yargılamanın her aşamasında” bir devlet mahkemesi önünde görülmekte olan bir davanın kendisine devredilmesini isteyebilir. Ayrıca 10. maddenin 1. fıkrasında Milletlerarası Ceza Mahkemesince yargılanmış olan bir kişinin aynı fiil nedeni ile bir devlet mahkemesi önünde tekrar yargılanamayacağı belirtilerek ‘non bis in idem’ kuralına da dikkat edilmiştir. Buna karşın bir devlet mahkemesince fiil Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisine girmeyen adi bir suç olarak değerlendirilmişse, yargılama tarafsız değilse veya yargılamada gerekli titizlik gösterilmemişse, artık ‘non bis in idem’ kuralı geçerli olmayacak ve aynı fiil nedeni ile Milletlerarası Ceza Mahkemesi önünde fail tekrar yargılanabilecektir.[7]

Verilecek cezalar konusunda ise Milletlerarası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün dayandığı özellikle 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi, faillerin cezalandırılmasını ve verilecek cezaların tespitini Sözleşmeye taraf olan devletlerin iç hukukuna bıraktığı için, Statü’nün 24. maddesinde sanıklara verilecek cezaların miktarı konusunda Eski Yugoslavya mahkemelerinin uygulamasının Milletlerarası Ceza Mahkemesince dikkate alınacağını belirtmektedir. Verilebilecek cezalar konusunda iki sınırlama hariç, Milletlerarası Ceza Mahkemesi serbesttir. Gerçekten Statü’nün 24. maddesine göre Milletlerarası Ceza Mahkemesi her türlü hürriyeti bağlayıcı ceza verebilir; fakat ölüm cezası ve para cezasına hükmedemez.

Tüm bunlara ek olarak Statü’nün 29. maddesi radikal sayılabilecek bir düzenleme ile bütün devletlere milletlerarası insani hukukun ağır ihlallerinden sorumlu olanlara karşı yapılacak cezai kovuşturmalar konusunda Milletlerarası Ceza Mahkemesi ile iş birliği yapma yükümlülüğü getirmektedir. Bu maddeyle 9. madde birlikte ele alındığında getirilen iş birliği ve adli yardımlaşma yükümlülüğünün kapsamına özellikle şu hususlar girmektedir: Tanıkların dinlenmesi ve delillerin teslimi, sanıkların yakalanması ve tutuklanması, sanıkların Milletlerarası Ceza Mahkemesine teslimi (iadesi), talep üzerine kendi mahkemesi önünde görülmekte olan ceza kovuşturmasını Milletlerarası Ceza Mahkemesine terk yükümlülüğü.

G. SONUÇ:

Bosna-Hersek’teki ve Ruanda’daki korkunç insanlık ve savaş suçlarının işlenmesi karşısında etkili askeri veya siyasi bir tedbir almayan BM Güvenlik Konseyi, literatürde hukuki müdahale olarak nitelendirilen bir yola başvurarak, Nürnberg ve Tokyo Askeri Mahkemelerinden sonra üçüncü ad hoc Milletlerarası Ceza Mahkemesini kurarak en azından ağır insanlık ve savaş suçlularını yargılayarak cezalandırılması amacını gütmüştür. Güvenlik Konseyi’nin daha sonra attığı adımlarla birlikte insanlık ve soykırım suçlarını yargılama konusunda olumlu bir yol katettiği şüphesizdir. Ancak Milletlerarası Ceza Mahkemesi’nin asıl görevi ve hedefi olan savaş ve insanlık suçları faillerinin yargılanması ve bu şekilde Eski Yugoslavya ve Ruanda topraklarında barışın tesisine katkıda bulunması konusunda olumlu sonuçlar doğurduğunu söylemek mümkün değildir.[8]

KAYNAKÇA:

  • ±https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2212020141836bm_01.pdf(son erişim: 30.01.2023)
  • https://legal.un.org/avl/pdf/ha/ictr_EF.pdf (son erişim: 30.01.2023)

[1] https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2212020141836bm_01.pdf  (son erişim: 30.01.2023)

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Eski_Yugoslavya_Uluslararas%C4%B1_Ceza_Mahkemesi  (son erişim: 30.01.2023)

[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruanda_Uluslararas%C4%B1_Ceza_Mahkemesi  (son erişim: 30.01.2023)

[4] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/629518 (son erişim: 30.01.2023)

[5] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/155552  (son erişim: 30.01.2023)

[6] https://legal.un.org/avl/pdf/ha/ictr_EF.pdf  (son erişim: 30.01.2023)

[7] https://hukuk.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2020/01/F.Turan-2.pdf  (son erişim: 30.01.2023)

[8] https://kutuphane.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir